29.11.2012

ÜÇ




            Karşılıklı bir masadayız. Sağdan soldan tütsü dumanları yükseliyor. Nereden geldiğini anlamadığım –muhtemelen birkaç yerden- kırmızı tonlu ışıklar var oldukça kısık. Masada dolu bir türk kahvesi, soldan masaya yayılmış tarot kartları, iki zar, bir kemik parçası, karşımda bir falcı, takıları, gözlerindeki sürme, taştan örme- koyu kahve duvarlar… Hemen masanın yanında yerde bir karakedi kendini yalıyor.
“Kahveni neden içmedin?” diye soruyor.

Kahvemi neden içmedim? Kahvemi içmeliydim, ters çevirmeliydim, telve rastgele akmalıydı, o da oluşan bu rastlantısal şekillere bakarak geleceğimi söylemeliydi ve sonra ben de parayı ödemeliydim. Bunlar olabilirdi. Ben falcıya gelmeyebilirdim. Bu da olabilirdi. O gitmeseydi, dünyam yıkılmasaydı, ayaklarım kırılsaydı ya da bir mucize olsaydı, buraya gelmek zorunda kalmazdım.
“Sorun bu değil.” Dedim hızlıca.

Karakedi kendini dehşetle yalamaya devam ediyordu. Karnını, apış arasını, bacaklarını, ellerini… Hızını alamıyor yerleri de yalıyordu. Sanki yalaya yalaya o küçük diliyle dünyanın bütün kirini pasını temizleyebileceğini iddia ediyor. Aklıma direkt bir ev kadını geldi. Bir elinde fısfıs, diğer elinde toz bezi, kafasında rambo bandanası. Düşman mikroplarla savaşıyor. Kendine mikro düşmanlar var ediyor ve yine kendine dünyanın dengesinde bir rol biçiyor. Çocuklarının ve biricik kocasının başlarına gelebilecek görünmez tehlikelere karşı amansızca bir mücadele veriyor. Sonra akşam hep beraber mandalina yiyip haberleri izliyorlar. “35 yaşındaki ev kadını E.A. düşmanlara karşı istikrarlı bir şekilde savaşmaya devam ediyor. Bugün 4 mikrop etkisiz hale getirildi!” Devletler de böyle. Kendilerine görünür ve görünmez düşmanlar yaratır. Bunlar iç ve dış diye ikiye ayrılır ve onlarla amansızca savaşılır. Kimse, hiçbir devlet, kendini gereksiz görmek istemez. Onu yıkmak isteyen düşmanlar var ve bu da bir varlık gerekçesi. Boş boş oturacağına al eline fısfısla toz bezini yürü sipere! Mikroplar için kötü haber! Sizce de komik değil mi?
“Bak ben falcı değilim” dedi. “Biliyorsun.”
Bak bu gerçekten muhteşem bir haber.
“Ben medyumum ve kahveye ihtiyacım yok.”
“Gerçekten hiçbir şeye ihtiyacın yok mu?”
Kafasını eğip, masaya baktı bir süre, sonra aniden kaldırıp şöyle dedi:”Terk edilmeyi neden kafana takıyorsun bu kadar. İlk terk edilen sen değilsin.”

Bu gerçekten şaşırtıcı oldu. Üç harfli beş bacaklılar beni dehşete düşürüyor.

“Sorun bu değil.”
“Sorun ne o halde? Neden buraya geldin? Neyi öğrenmeye geldin?”
“Sence insanlar buraya bir şeyler öğrenmeye mi geliyorlar?”
“Genelde. Gelecekleriyle ilgili bir şeyler.”

İnsanlar böyledir işte. Bütün gereksiz ayrıntıları bilmek isterler böyle. Yani göz dediğin şeyin çalışma prensibi ışığa duyarlılıkla ilgilidir. Foton gözden hareket eder, nesneye çarpar ve geri döner. Böylece o nesneyi görürsün. Bu birkaç milisaniyelik bir işlemdir. Yani her gördüğün şeyin birkaç milisaniye öncesini görüyorsun. Geçmişe bakıyorsun sürekli. Anını göremeyen biri neden geleceğini merak eder ki! “Gelecekte çok param olacak”, çok da sikimde.
            “Evet?” dedi suratıma bakarak.
            “Bir kere terk edildiğinde, eğer seviyorsan dünyan yıkılır, hayatın kararır. En azından öyle düşünürsün. Ama aynı kişi tarafından ikinci kez terk edildiğinde bunların hiç biri olmaz. Bu sefer için, tarif edilemez bir enayilik duygusuyla dolup taşar. Çok can sıkıcı bir şeydir bu. Gerçekten.”
            “Çok mu sıkılıyor canın?” Alaycı sormuştu.
            “Evet, canım.”
            “Canım” lafı yüzünü buruşturdu.
           
“Bak” dedi. Böyle bir giriş yapılıyorsa ciddileşmenin vakti geliyor demektir. Aksi halde küfürle karşılaşabilirsiniz. “Şu an bir işteyim. Çalışıyorum yani. Ve sen bana işimi yaptırmıyorsun, açıkça bunu istemiyorsun. Neden geldiğini de söylemiyorsun. Yapabileceğim bir şey varsa söyle yoksa lütfen meşgul etme daha fazla beni. Para mara da istemez.”
           
“Sorun bu değil.”
           
“Sorun ne amına koyayım!” Gözlerinden alev çıkıyordu. İnce boynunu büktü, kısacık saçları titredi. Mor bir damar gördüm yüzünde.
           
“Seni çileden çıkarabildiğim için gerçekten memnunum. Bu hala hayatta olduğumu hissettiriyor. İyi geldi.” Gülümsedim. O ise hala sert sert suratıma bakıyordu. “Peki tamam.” Diye devam ettim. “Gidiyorum. Zaten birisi bana “git” dediğinde ya da hayatımdan çıkmanı istiyorum dediğinde hiç sorun çıkarmamışımdır. Belki de sorun budur. Belki de ortalığın amına koymalıyımdır. Ama işte mizaç meselesi. Prensipleri olan bir insanım sonuçta. Gerçi sen bunları biliyorsun. Sen her şeyi biliyorsun, hahaha!.”
           
Kendimi kontrol edemedim gerçekten. Bastım kahkahayı. Sizce de komik değil mi?
           
“Ne gülüyorsun!”
            “Her şeyi bilmek de sıkıcı olmalı, hahaha!”
            “…” Cevap vermeden durdu. Yaklaşık bir otuz saniye birbirimize baktık.
           
“Tamam, gidiyorum. Biliyorsun daha önce de gittim. Peki, gitmeden izin ver şunu sorayım. Birinin üçüncü kez dönmesi için yapılabilecek bir şey yok mudur?”
           
“Bilmiyorum. Belki de hiçbir şey. Yani gelirse gelir.”

Olacak şeyler olur. Olmayacak şeyler de olmaz. Hep böyle olmuştur. Yani ne yapalım, çare yok. Büktüm omzumu. Bir sigara yaktım. Sigara bana çok yakışır. Zaten bu yüzden başladım. O da suratıma baktı dikkatlice. Bir de süzdü. Kesin çok etkileyici görünüyordum.
           
“Burada yasak!” dedi.

Kalktım. Kapıya yürüdüm. Aklımdan bir sürü şey geçiyordu. Ortalığı yerle bir edebilirdim. Rahatlardım da. Ama olmadı. Yapamadım. Mizaç işte. Tam çıkarken döndüm. “Ben gerçekten enayi bir kadınım.” dedim, “üçüncü kez terk etmek istersen ara.” Anlamsıca baktı. Sizce de komik değil mi?

27.09.2012

BORRRRRRRRRR!!!!!!

''Pizzanız kaç dilim olsun? Sekiz...''

Pizzacılrda işi sadece pizzayı parçalara ayırmakla görevle birisi vardır. İşte bizim dükyanda da öyle bir adam var. ''AGA'' doğulu fln değil bartınlı. Çok seri konuşuyor.

-Abi sen işe motorla gidip geliyorsun di mi?
-Evet, güzel di mi? (Bu cümlenin ''kafan sikilmeye hazır mı?'' uyarısı olduğunu keşke daha önce farketseydim)
-Aynen abi sağlam motor ya... Abi sen neden... (yarım kaldı)
-Güzel tabii ya. Şimdi bana diyeceksin ''abi sen neden motorculuk yapmıyorsun da mutfaktasın, madem motur kullanmayı da seviyorsun?'' Kardeşim ben motor kullanmanın hastası ve motor kullanmayı özel zevk haline getirmiş bir adamım. Ben o motoru aldığımda o parayla evleniliyordu. Ben o motoru almak için nişan attım lan. Babam dedi ''oğlum sen manyak mısın? karı alacağını motor mu alınır?'', 'dedim baba ben motoro binmeyi daha çok seviyorum. ( mutfaktaki herkes sırıtır, bu arada baya bir pizzayı anlatmanın verdiği gazla parçalara ayırdı) lan moturu aldığım ilk günü hatırlıyorum. eve bir gidişim var... OFFFFF... Çektim kapının önüne makinayı, gaz veriyorum.... BORRRRRR, BORRRRRRR, BORRRRRRRRR.... bizim bilader çıkmış kapının önüne, komşular demiş ''Noluyo aq deprem mi oluyo, sallandık mı aq'' Öyle bir motor. Benim özel zevkim aga bu...
-Anladı....(yine yarım kaldı)
-Diyceğim bu benim özel zevkimse kardeşim, ben bunu iş olarak yapmam. Niye yapayım ya, insan sevdiği işin yapmalı derler ama hikaye o. Ben işten çıkıyorum abi, kaskımı takıyorum ağzımda da sigara. Güngörene kadar basıyorum. BORRRRRRRR, BORRRRRRR.... Yanımda Mercedes mi geçiyor, Bmw mi? Sikimde değil ... Bi basıyorum BORRRRRR diye, yarrak gibi bakıyolar. içinde kim bilir hangi orospu çocugu var. İşte ben bu zevki her gün yarım saat tadıyorum, niye 12 saate yayıp içine edeyim anladın mı?
-evet abi, ben aşağı ınıyorum abi yemeğe, pizzam çıktı.
-dur lan ben de geliyorum, beraber yeriz. bak sana ne anlatıcam şimdi, motorla memlekete gittim bir defa....

GODOMANDANTE yazdı.

23.09.2012

Alemi Derinden Sarsacağız-2 (Kaldığı yerden)


             Bizim Abdurrahim’i kafasından vurdular, beyni etrafa savruldu. Bu arada adı Abdurrahim’di bizimkinin. Belli ki söylememiş. Söylemez de zaten. Biz ona şişman deriz. Süper kahraman hesabı. Şişman piç. İki yüz kilo var herhalde. Bizim burada da torbacılık yapıyor. Öyle bakmayın arada sırada dediğine. Tekmil müptezel amcık. O yüzden kahraman. Sivil hayatta uçmuyor ama kafa güzelken gör, piii! Onu siktim, buna kaydım… F-16 pilotu mübarek. Kesin şu sevdiğimi el aldı geyiğini de yapmıştır. Yaptı değil mi? Piiiiç! Hikaye amına koyayım. Bir gün bunun kafa yine taşşak. Hatunun biri geçiyor sokaktan. Şöyle bir dönüp bakmış. Bizim Şişman da tutturdu “Aga bundan sonra bu benimki” diye. Öğrendik kız nişanlı. Dedik “yapma, etme.” Bir ay sonra düğün. Kız evlendi. Dedi, kaçıracağım. Kızın da haberi bile yok bizimkinden. Neymiş? Bir kere bakmışmış. Yalancı pezevenk. Ama şimdi doğruya doğru, delikanlıdır. Ona laf yok. Şimdi anlatamayacağım, çok güzelliği olmuştur bana.
                Kapıdan tam çıktık, önde şişman, arkada ben. Diğerleri arkamızdan geliyor. İki tane polis arabası durmuş kapının karşısında. “Elleri kaldır! Ellerini kaldır!” diye bağırıyor. Şişman dondu kaldı. Kıpırdamadan duruyor öyle, ağzı açık. Bu dünyanın bir kuralı vardır, durup bekleyeni affetmezler. İki saniye sonra dünyadan bir yağ tulumu daha eksilmişti. Beynini uçurdular. Önüme düştü. Tabii bizimki harbiden şişman olduğundan, önde siper gibi duruyordu. Yere düşünce ben de eğildim. Sipere yattım anlayacağın. Nasıl o anda akıl ettim anlamadım, bizim ölü lavuğun silahını alıp, gerisin geriye topuk. Hep beraber koşturuyoruz. “Nereye!” Arkada malların giriş-çıkış yaptığı bir kapı daha varmış, oraya! Şimdi bu polislerin de işi gücü yok ya, doluşurlar buraya. Yok yere ekşın. Kapıdan çıktık.
                Hemen orada ikiye bölündük. Ben, Ali’yle fırladım. Bir baktım, polisler köşeyi tutmuş. Hemen solda otoparkın oraya hamle ettik, burayı da tutmuşlar. Sikeyim böyle işi. Yemin ediyorum işi gücü yok bu polislerin. Ulan dışarıda bir sürü, hırsız, uğursuz var. Onların peşine düşsenize amına koyayım. Sanki biz teröristiz!
                Çıkış yolu yok. Çatışacağız. Çektik silahları. Başladık döktürmeye. Özel tim, mözel tim… herkes burada lan. Hahhahah! Film gibi resmen. İyi de nişan alıyorlar ha. Biz de öyle işte havaya, toprağa… Bir döndüm Ali arkama pusmuş, titriyor. “Lan oğlum sıksana sen de. Sikecekler bak belamızı.” Cevap yok. Gerçi onunda suçu yok, kafamızı çıkaramıyoruz. Otomatik makinalılarla, taşı deliyorlar. Bir ara bir kurşun yağdı üzerimize, dedim, rahmet yağıyor. Nasıl toz, toprak kalktı! Bir daha döndüm, Ali yatıyor. Kan revan. Altını da ıslatmış. Kaldık mı bir başımıza. Yarım akıllıyı yanına alırsan böyle olur. Öyle ölünür mü lan hemen? İki kurşun sıksaydın. Bak bana!
                Artık gözüm bir şey görmüyor. Duvara dayandım. Tek elim dışarıda, sıkıyorum. Nereye giderse… Şarjör bitiyor, değiştiriyorum, sonra yine sıkıyorum. Hay anasını sikeyim! Ulan Şişman! Niye öldün lan!
                Deli sikmiş gibi mermi yağdırıyorum…
                Amına kodumun Şişman’ı! Ölürken en son “koyayım” mı, “amına mı koyayım” öyle bir şey dedi. Hala koyuyordu demek piç!
                Resmen kurşun sikiyorum. Dan! Dan! Dan! …
                Deli meli seviyordum. Gözümün önünde öldün lan!
                Şarjör değiştirirken bir baktım elimdekine, Şişman’ın silahı! Daha iştahla sıkıyordum.
                O ne lan? Ne oluyor bana! Bir dakika! Niye ağlıyorum lan!
                Bir yandan sarsıla sarsıla ağlayıp, bir yandan da her küfre bir mermi! Her küfre bir mermi! Amına koyayım!
*             *             *
                Gözlerimi bir açtım, beni bir odaya almışlar. Sandalyeye oturtup, ellerimi de arkadan bağlamışlar. Takım elbiseli –ama kravatsız- üç beş herif dolanıyor. Kim lan bu herifler? Sikmeseler bari!
                “Aha ayıldı, ayıldı lan!” diye birbirlerini dürtüp beni gösteriyorlar. Ayaktakilerden biri geldi yanıma. Eğilip, çenemden kafamı kaldırdı. Evet, gözlerimin içine bakarak tam olarak  şöyle dedi, galiba, “Uyandınız mı haşmetlim?” Hemen ardından suratıma bir koydu! Anam, o ne yumruk! Ben hayatımda böylesini yemedim. Sandalyeyle uçtuğum gibi tekrar bayılmışım.
                                                               *             *             *
                “Konuş lan! Kimsiniz siz?”
                “Vallahi kimse değiliz abi!”
                “Lan oğlum dayağa doymadın mı? Söylesene adınız ne, kimsiniz?”
                Ulan saatlerdir, yediğim dayağın haddi hesabı yok. Bir de tutturmuşlar “kimsiniz?” diye. Adımı söyledim bir daha dövdü. “Benim adım Laz, abi” dedim, “Kod adın Laz mı?” dedi. Kod adı ne lan? “Mahallede arkadaşlar öyle diyor abi” Çat! Bir tokat. “Abini siktirtme bana!” Pat! Bir yumruk. “Örgütün adı ne lan!” Bir sol kroşe! Dişlerim ağzımda. Bir aparküt! Dişler boğazda!
                “Cepheli misiniz? Partili misiniz? Köylücü müsünüz? Allahsız mısınız? Kimsiniz ulan!”
                Ne bağırıyorsun lan kulağımın dibinde? Kimseyiz biz! Çirkiniz! Yoksuluz! Yoksunuz! Modadan anlamayız! Kahve içmiyoruz! Şarap çeşitlerini bilmiyoruz! Tırnaklarımız pis! Gövdemiz terli!… Dünyanın, en sikik mahallelerinde yaşayan, rantın kurbanı, raconun elinde… Memleketin en rezil işlerinin reva görüldüğü, üstüne bir teşekkür bile alamayanlarız abi. Sen onca pis işi yap, insanlar seni görmezden gelsin. Görünce tiksinsin. Biz yokuz abi. Biz hiç kimseyiz. Sonra, niye bu kadar sert vuruyorsun abi. Başım ağrıyor. Babamdan bile bu kadar dayak yemedim lan ben! Hay amına koyayım. Yine ağlamaya başladım lan. İyice topoş oldum… Kimse sormadı bugüne kadar “Aga sen kimsin hele” diye. Şimdi gidip, beş-on zengin piçini vurduk diye polis dikkate alıyor bizi. Demek beş-on daha götürsek… Yok lan en iyisi, şu kodomanların gökdelenlerinden birini havaya uçur, iyice reklam yap! Aloo, yaşıyoruz biz! Buradayız amına koyayım! Aynı şehirde! Vay anasını, resmen dayak yedikçe kafam açıldı ha! Bir iki tane daha vur abi! Yalnız şu ağlama meselesini çözmek lazım. Bir ağla, bir bayıl, bir ağla, bir bayıl! İyice yalama olduk! Ne lan bu!
                “Lan yavşak! Ne bakıyon suratıma mal mal! Napacan lan? Hı? Hı?”
                Saçımın diplerinden tutup çekiyor piç. “Aaaah! Laaan! Dur! Tamam!” Durdu. Suratıma baktı. “Tamam söyleyecem, yeter ki dur! Ben hayatımda böyle dayak yemedim!”, “Lan kes de zırlamayı söyle! Ne örgütün adı, kimsiniz siz?”, “Abi biz…bizim…örgüt”, “Lan!”, “Alemi derinden sarsacağız!”, “O ne lan!”, “Örgütün adı abi. Alemi Derinden Sarsacağız!”, “Güzel!”
Bu kadar mı lan? Bu muymuş? Sonunda bitti lan. Dayak yok ha! Bir daha böyle bir işe kalkanı siksinler. “Güzel! Demek sarsacaksınız? Şimdi söyle bakayım, örgütün başı kim, diğer eylemleriniz neler?”, “Ne!”, “Alemi derinden sarsacağız… Anlat bakalım örgütü.”
Hassiktiiiir!
                                                               *             *             *
4-5 gün oldu,  beni hala kodeste tutuyorlar. Ne gazete, ne televizyon, ne cigara… Bir başıma bekliyorum öyle. Sonra birileri geldi, bir zaman sonra. Kapıyı açtılar. Bir de baktım, Civan. Gözlerim yaşardı. Bunu da pis dövmüşler. Ağzı, burnu yamulmuş. Hoşbeş, sarılmalar falan. Sonra anlatmaya başladı. Herkes memlekette bizi konuşuyormuş, ADS terör örgütü diye. Tevfik’le Horoz’u vurmuşlar. Kerim’le Tevfik’den de haber yokmuş. Onları da öldürmüşlerdir diyor. İşte tam o anda beynimden gıcırtılar geldi. “Ne yaptık?” ilk o an anladım. O da fark etti yüzümden. Birbirimize baktık. O gün hiç konuşmadık. Ertesi gün de. Sonraki gün, saat kaç bilmiyorum. -Nerden bilecem, ne güneş var, ne ay!- Civan konuştu: “Alemi Derinden Sarsacağız ne amına koyayım!”, ”Ne bileyim lan aklıma ilk o geldi.”, “Aklına sıçayım. O ne lan öyle!” Tam “keşke söylemeseydim, pişmanım, çok pis dövdüler” diye ağlanacakken: “Ben olsam “Kovboylar” falan derdim. “Nasıl”,  “Çekilin yoldan, vahşi batıdan geliyorlar, ananızı sikecekler”, hesabı.” Göz kırptı, gülmeye başladı. Nasıl kahkaha atıyor anlatamam. Sonra ben de tutamadım koyverdim.
 Kaç saat kahkaha attık bilmiyorum. En son yapacağımız şeyi en son yaptık. Çok güzel güldük, üstüne de bir sigara. Civan: “Sence artık bitti mi?”, “Yok daha değil.”, “Nasıl?”, “Çünkü, herkes daha cezasını bulmadı. Yine, düzülmekten beli bükülmüş güneşe hasretler dellenir. Ortalığın anasını sikerler.”, “Çıkınca mafya kuralım.”, “Kuralım anasını satayım!”

31.08.2012

Alemi Derinden Sarsacağız!



 
Semtimiz, İstanbul'un güzide, yoksul bir mahallesindedir. Ama öyle filmlerdeki, dizilerdeki gibi şen şakrak değil. Kavgası, dövüşü eksik olmaz. Zaten o semtleri nereden buluyorlar da, amcıklar, dizi yapıyorlar hiç kafam basmaz. Dedikodusu, fitnesi, fesadı...gırla. Ama yine de severiz semtimizi. Güzide semtimizin güzide delikanlılarıyız sonuçta. Afili falan da değiliz, ayrıca o lafa gıcık oluruz.
Neyse, eğer bir gün böyle bir semte gelirseniz, bir köşe başında görebilirsiniz bizi. Elimizde cigaralık, zaten allahın emri, kafamızda türlü hüzün. Kerim türkü söyler. Sesi bi yanıktır bi de picin.
Rıfat var, tilki. Yanık olduğu bi manita var, anladın mı, hatun buna pas vermiyor. Hatun dediysek yenge. Yenge dediysek, orospu bir gün buna “Dolanma lan peşimde, serseri!” demiş. Bizim lavuk da o “serseri!” lafına içerlemiş. Her akşam bizle cigaralıkta. Tevfik var sonra. Lise bitince babası konfeksiyon atölyesinde işe sokmuş, zorla. Zanaat öğrensin, eli ekmek tutsun amcığın diye. Dertli yani o da anlayacağın. Sonra, Ali var. Askerden yeni geldi. Serserilik yapmasın artık, askere gitsin de adam olsun diye onu da askere yolladıydılar. Kafa yarım geldi piçin. Dağda savaş mavaş yapmış. Arada kafa oldu mu anlatır: “Şöyle adam kestim, şöyle doğradım, kralıydım lan dağların!” diye. Ama biz biliyoruz da belli etmiyoruz işin aslını. Bir gün, bunların karakola baskın olmuş. Ortalık toz duman. Dört saat sürmüş. Bizimki ortalıkta yok. Önce öldü sanmışlar. Sonra komutanla bunu dolapta bulmuşlar. Korkmuş bizim zavallı. Ne bilsin? Bizim burda gördüğü manca sustalı sallama... Koca koca mermileri görünce altına sıçmış. Yediremiyor da anlatıyor işte. Bu da gidik anlayacağın. Ben de işte peder desen, sizlere ömür. Okul hak getire. Arada cigaralık işine girip yolumuzu buluyoruz. Bir de manita vardı. Gözleri ahu, afet-i devran. Onun da bende gönlü vardı da, başkasına verdiler. E biz fakiriz ya amına koyayım. Napsın, gelsin bizle sürünsün mü? Neyse işte öyle dizilerdeki gibi değil bura. Her gün dert her gün kahır. Başkasının zoruyla bi tarafından bu boktan hayata tutturulmaya çalışanların hüznü. Öyle yuvarlanıp gidiyor işte.
Kafa dağıtmaya desen arada Taksim yaparız. Bi mekana gitsek, göt oğlanı güvenlik almaz. Tipimiz bozuk ya... İki manita kesecez altı üstü ha. Mekanın ortasında tutup sikecez sanıyor herif. Gerçi arada insafa geldikleri oluyor ya da bi şekilde giriyoruz. Sonra içerde dallamanın biri çıkıp illa arıza yapıyor. Sonra karga tulumba tekrar dışarı. Dışarıdan içeriye giremiyoruz amına koyayım. E sonunda biz de kestik ufaktan ayağı. Allah'a da gitmiyor yolumuz. Ben zaten çoktan kestim ilişkiyi. Samimi değilim yani. Yoksa orada dursun. Bir gün dedm: “E artık yapacaksan yap Allah'lığını, daha ne kadar bekleyeyim. Sürünüyoruz görmüyor musun?” Baktım ses seda yok. Aynı tas aynı hamam. Ondan sonra ben de dedim: “ Yok arkadaş bundan sonra meraba, meraba”, o kadar.
Bir gün, yine bizim köşede yapıştırıyoruz üçlüyü. Kafalar gidik. Konu konuyu açtı. Olacak gibi değil. Nerden çektiysek batıyoruz amına koyayım. Göt hep açık. “Şu hayatta bir biz miyiz?” dedik. “Bir bize mi taşı toprağı kelek İstanbul?” Bir bize kelek. Bir biz, sik elimizde doğmuşuz.
İlk fikir kimden çıktı bilmiyorum. Sonra herkes onayladı. Birbirimize baktık, dedik “Ortalığın anasını sikeceğiz.” Ertesi gün yine cigaralıkta sekiz kişi varız. Biz de böyle. Yapacağız dedik mi yaparız. Ben, Ali, Horoz, Laz, Tevfik, Rıfat, Kerim bir de Kerim'in kardeşi civan. Biz ona öyle deriz. Hepimizin en küçüküğü, en mangalıdır civan.
Herkes babalığını falan ne bulduysa almış gelmiş. 6 şarjör, 4 tabanca varç. “Piii!” dedim. “Bu akdar mıyız?” Kahveye gidip eskilerden bi abiyi bulduk. 4 tabanca daha, 7 de şarjör. Rica minnet, “Akşam getiririz abi, ufak bi iş” deyip çıktık. Çıktık ama ne yapacağımızı kimse bilmiyor. Ben dedim herhalde mafya falan kurarız. Taktık belimize, yürümeye başladık. Herkesin yürüyüşü değişti tabi. Gözü parlıyor. Belde emanet durunca... “Hah şöyle “ dedim. Horoz lafa girdi “Hadi ortalığın anasını sikecek bir yer bulalım.” Kerim: “Bulalım amına koyayım.” Yürümeye başladık. Büyük bir alışveriş merkezi var bizim burda. Hemen daldık içeri. Herkes sarhoş gibi. Ne yaptığını bilmiyor. Cigaradan mı bilmiyorum. Ama ben hiç bi cigaralıkta bu kafayı yaşamadım. “Sikecez ortalığı!”
Kapıda güvenlik, göt göt bakıyor. Tam ağzını açıyordu, Laz çekti silahı, gözü kıpırdamadı. Bizim göt yerde. Dedim “ Oğlum naptın?” Dedi “Kral biziz bugün, filmlerdeki gibi.” İşte şimdi semtimiz filmlere benzemeye başladı. Şimdi, dünyanın çevirip çevirip siktiği, yalama götler, ortalığın anasını sikecek.
Kimse “gıkl!” demedi. Demiştim, bizde böyledir. Bir yola çıktık mı, ucunda ölüm de olsa geri dönüş yoktur. Baktım karşıdan zengin lavuğun biri koşuyor. Piç! “Taşaklara dört kurşun? Ölü!” Meksika uyuşturucu liderlerinden birinin oyunuymuş bu. Çığlık atarak fahişenin biri önümüzden koşarak geçiyor. “Memelere bir kurşun? Belirsiz.” Bu bizim tilkiydi. Bağırdı “Serseri ha! Amını siktiğim” Alışveriş merkezinin marketine daldık. Niye daldık, nasıl oldu anlamadım. Kimse konuşmuyor, herkes aynı şeyi yapıyor. Kafaya bak! Baktım Laz, kasalardan birindeki hatuna gitmiş, paraları istiyor. Bir yandan da msn adresini veriyor. “Ulan lavuk!” Ben de öbür kasaya gittim. “Paraları poşete koy sikerim belanı!” Kasanın altından ellerini kaldırarak, bir manita çıktı. Masmavi gözler. “Öhöm, lütfen kasdaki paraları verir misiniz, sevgilim?” Şimdi gerçekten kibar oldu. “Kafanıza silah doğrultmayı gerçekten istemezdim ama işte görüyorsunuz...” Yerde yatanları gösterdim. Hemen paraları poşete doldururken, söylediklerimle ilgilenmiyor gibiydi. Korkmuş tabi. Yoksa neden ilgilenmesin? “Farkındayım yeri değil ama gözlerin beni uçuruyor. Eğer kabul edersen, ayağını Doğan'dan Şahine' değdirmem. Benimle evl...” Teklifimi bitiremeden kafası güm! diye patladı. Bu gerçekten ayıp oldu. Yani, benim gibi kibar biri, birine kibarca yaklaşıp (lan bile demeden) evlenme teklifi ederken kafanı patlatmakta neyin nesi? En azından bitirmemi bekleseydin. Tilki'nin silahından duman çıkıyordu hala. Bir tane de göbeğine sıktı. Dan! “Serseri ha!” Bu herif harbiden takıntılı. Tam evleniyordum lan. Yapılır mı? Gerçi hatunun bağırsaklarını dışarıya fırlamış görünce soğudum birden. Kızamadım bizimkine.
Bu sırada bizimkiler durmuyor, ortalığın harbiden anasnı sikiyor. İnsanlar çığlık çığlığa. Kan revan. Saate baktım. Tam 14 dakikadır ortalığın anasını sikiyoruz. Dört poşet dolusu parayla koşmaya başladık. Diğer iki poşet de “Damadın kardeşi civandan!” Poşetleri kaldırıp aynen böyle bağırdı. Gülüyor piç. Hepimiz gülüyoruz. Tam deli gülüşü. Koşarken, iki kişi karşıdan koşarak çıkmaya çalışıyor, bir anda yere yığıldılar. Bizimkiler mermiyi bol buldular saçıyorlar amına koyayım.
Kafamda tamamen rakılı, peynirli, kemanlı şenlik var. “Aksaray'ın paket paket taşları!” Tam kapıdan çıkarken, yerde yatan göt güvenliği gördüm. Bir tane de ben sıktım puşta. Her şeyin bu piçin yüzünden başladı. Kapıdan çıkım.
İşte tam bu anı filmlerden hatırlarsınız. Bir elimde poşet dolusu para, öbür elimde tabanca. Kapının önünde yüzlerce polis. O kadar olmayabilir. Muhtemelen abartıyorum. Her şey ağır çekim. Kafamı bir çevirişim en az yirmi saniye. Polis arabalarının lambaları. Yüzlerce namlu bana çevrilmiş. Muhtemelen abartıyorum. Asfalt ayağımın altından kayıyor. Bir saniye sonra gözlerimi bir açtım, gökyüzü. Masmavi. Güneş'in de dibi. Vay amına koyayım! Yanağımdan girdi kurşun, yuttum. Neredeyse kafamdan vuracakmış orospu çocuğu. Filmde olsaydı mermiyi ağzımla yakalamıştım. Ama merak edenlere söyleyeyim: Merminin tadı harbiden bok gibi. Umduğum gibi değil en azından. Ama bir şey söyleyeyim mi, çok rahatladım. Yüzümdeki gülümsemeyi görmeliydiniz. Sanki birazdan tacımı takacaklar. “Vakit vakit, incelen vakit.” Her şey işte bu kadar çabuk oldu ve bitti. En azından benim için. Ağımzdan çıkan son söz, şu olmuş, gülümseyerek: “Kral biziz amına koyayım.” Duymuşlar. 

HÜLAGÜ LEBLEBİ

22.08.2012

SORU ve CEVAP ya da TAM TERSİ

Ellerini uysal bir biçimde dizlerinin üstüne tutmuştu. Bir elini kaldırdı ve belime yaslı olarak sıkı sıkı tuttuğum otomatik silahımı işaret etti:

''Sizin cinsel organınız bu!''dedi.

*

(...) Yaşamı reddediyorsunuz, bütün eylemleriniz bunu kanıtlıyor. Hiçbir şeyinizin eksik olmadığı bir yuva yerine, raslantılarla dolu bir serseri hayatı tercih ediyorsunuz. (...) Artık bittmiş olan -ölmüş olan- yasadışı devrimcilik geleneğini neden yeniden canlandırmak istediniz? (...) Mazlumlara yardım etmek için mi? Hem hakiki bir neden hem de bahaneydi. Temelden inkarcı tavrınız size ölümü aratıyor. Üstelik, ölmeye en çok kararlı bireylerin kendilerini öldürmekte tereddüt ettikleri de çok sık görülür. Mesela Lacenaire'nin durumu böyleydi. Kendi ölümü hakkında kararsızdı, zehiri ve boğulmayı estetik nedenlerden ötürü istemiyordu, sonunda demirde karar kıldı ve korkunç bir mizah gösterisi yaparak giyotinin satırını seçti. Sizin yaşamınız da Lacenaire'inki gibi , uzun ve zarif intihardan ibaret oldu.(...) Gloria'ya karşı hissettiğiniz şiddetli aşk sizi sürekli olarak travmaya soktu. Gloria kim? Sizden başka bir ayarda yaşadığı ve evli olduğu için ulaşılmazlığına hükmettiğiniz bir kadın.(...)

Boğuk bir gürleme çıkardım:

''Susun!''

(Leo Malet-Hayat Berbat)

***

"İşte böyle bir süreçte herhangi bir militanı örgüte kazandırdığınız zaman ve bu insan düşmana karşı ilk kurşunu sıktığı zaman, ilk önce kendisini öldürür. İlk kurşunla birlikte militanın köle kişiliği, ezik kişiliği ölür. İlk kurşun bunları öldürür. İnsan ilk kurşunla birlikte yeniden doğar. Yepyeni bir insan olarak doğar. Bu, artık kendine, ailesine, akrabalarına, halkına güven duyan bir kişidir.
Yarınına, geleceğine güvenir. Gelecekten beklentileri vardır. Kendini, düşmanın karşısında olağanüstü derecede küçümsemez. Düşmanını olağanüstü derecede büyük görmez, her şeyi yerli yerinde görmeye çalışır. Dostunu düşmanını ayırt eder."

(Franz Fanon-Yeryüzünün Lanetlileri)

21.08.2012

BİR BANKA SOYGUNU'NUN HAZIRLANIŞI - 2

Soyguncu-2'nin evinde iş çıkışı buluşmuşlardı. Soyguncu-2 yalnız yaşıyordu. Küçük yemek masasının etrafındaki 3 tahta sandalyeye oturmuşlardı. Her şey filmlerdeki gibi olmalıydı. Saatin geceyarısını geçip, etrafın sessizleşmesini beklediler. Planı yapan Soyguncu-1 birden çok kararlı bir şekilde ciddi ses tonuyla konuşmaya başladı. Arka cebinde bulunan 8'e katlanmış kağıt parçasını çıkardı, açtı, masanın üstüne koydu... ve çizimi gösterdi.

-Bakın beyler, burası Merkez Bankası.
-...
-...

Soyguncu-2 ve Soyguncu-3 şaşırmış bir şekilde Soyguncu-1'e bakakaldılar.

-Şaka lan şaka, bir sikim değil...

Güldüler.

Soyguncu-2 kağıdı buruşturup attı.

2: Hadi sikicem şakanı, ne anlatıcaksan anlat.

1:Şimdi bize 3 tane silah lazım. Onun için de para lazım. Merak etmeyin ben para işini ayarladım, silahları da ayarladım.

Soyguncu-1 silahları çıkarıp masanın üstüne koydu. Soyguncu-3 hemen bir silahı eline aldı. Öyle bir kavradı, tekrardan masanın üstüne bıraktı.

3:Ben kullanmayı bilmem.

2:Ben askerde kullandım. Ama 3 atış yaptım, hepsi de karavana. Başka da attırmadılar zaten.

1:Ben de Vietnam'da Amerikan Ordusunda savaştım. Biliyom bilmediğinizi amına koyim. Ben de keskin nişancı değilim zaten çok bilmenize de gerek yok.

(...)

1:Gireceğimiz yerin 1 tane güvenlik görevlisi var zaten. Bir şey olursa çıkartıp sıkarsınız herife. Ama amaç o değil. Amacımız mümkün olan en az hengame ile silahımıza davranmaya gerek olmayacak şekilde bir an önce paraları alıp ordan uzaklaşmak.

2:Aynen ne gerek var amına koyim

1:Tabi lan

3:Nasıl olacak o? Adamlar bize ''buyrun,soyun bankayı'' mı diyecekler?

1:Şöyle olacak. Güvenlik görevlisi hep kapıda durmuyor. Çoğu zaman makinadan numara vermek için, insanlara yardımcı olmak için içeride oluyor. İşte herif içeride olduğu bir anda üçümüz aynı anda içeri dalıcaz. Bir kişi silahı adamın alnına dayıycak, diğeri de silahla ense köküne bir tane patlatıp adamı bayıltcak.

3:Kim alnına dayıycak, kim patlatcak kafasına silahı?

1:Ben vururum ense köküne, silahı da bu (soyguncu-2) tutar.

3:Ben napcam?

1:Sen bi şey yapmıycan çünkü salaksın. Bayıltcam diye herifin kafasını patlatıp öldürürsün, Elinin ayarı yok.

2,1: HAHAHHAHAHAHHAHAHAHA (gülüyorlar)

3:Siktirlan

1:Sonra bunla (soyguncu-2) ben paraları çuvallara doldurcaz.

3:Onu da mı ben yapmıycam amına koyim?

1:Hee,evet. Sen doldurana kadar polisler gelir, kıçını kaldıramazsın.

2,1:HAHAHAHHAHAHAHAHAHAH(yine gülüyorlar)

3:Ben ne sikim yapıcam, gelmeyeyim bari amına koyim.

1:Valla ne yalan söyleyeyim, planı yaparken senin bir boka yaramayacağını farkettim. Keşke bu beceriksize söylemeseydim ikimiz yapardık dedim içimden.

2,1:HAHAHAHHAHAHAHAHAHAH( soyguncu-3'ün siniri bozuldu artık)

1:Ama iş işten geçti dedim , artık soygun yapacağımızı bildiğinden mecburen bizimlesin.

3:Hay sikim yapacağın planı ya.

1:Şaka bir yana sana en önemli görevi verdim ortak.

3:Ne lan, ne!?

1:Biz güvenlik görevlisini bayılttıktan sonra, silahını havaya kaldırıp bağıracaksın: '' ELLER YUKARI, BU BİR SOYGUNDUR! TERS BİR HAREKET YAPANI MIHLARIM! KİMSEYE ZARAR VERMEK İSTEMİYORUZ, BİZ ADS-ZAK ÖRGÜTÜNÜN MİLİTANLARIYIZ!''

3:Ne örgütü lan, sen bizi siktirmeye kararlısın galiba!

2: Harbi lan, örgüt nerden çıktı?!

1:Ulan saf herifler, ortaya bir örgüt ismi atıcağız ki hem zaman kazanalım hem de bizden şüpheleri azalsın. Nasıl olsa sicilimiz de temiz. Dikkatler başka yere çekilir.

3:Ne diycektim peki, neydi örgütün adı ?

1: ADS-ZAK!

3:Ne demek o?

2:Açılımı ne?

1: A-lemi D-erinden S-arsıcaz ! Z-enginlerin A-mına K-oyucaz !

1,2,3: HAHAHHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAH( sırayla anırdılar)








19.08.2012

BİR BANKA SOYGUNU'NUN HAZIRLANIŞI

                              “50 yaşında dünyaya bakışı 20 yaşındaki bakışıyla aynı olan adam hayatının 30 yılını boşa harcamıştır.” Muhammed Ali


SOYGUNCU:1)Hani derler ya; insan, zaman ve mekan düzleminde yaşar diye... Hakkaten öyleymiş. Ben bunu gecenin bir saatinde kafamı yastığa koymuş uyumaya çalışırken farkettim. Birden içime bir şey oturdu. Küçük bir hesap yaptım. Bulunduğumuz yıldan, doğduğum yılı çıkardım ve önümüzdeki 29 şubatta 29 yaşıma gireceğimi farkettim. Doğumgünüm 4 yılda bir olabildiğinden olacak belki de... Nasıl yaşlandığımın farkına varmıyorum. 29 yaşıma geldim ve hala aynı adamım. Hala bazı şeyler olmuyor. Neden olmuyor? Ben de bazı şeyleri yapamıyorum çünkü, korkaklığımdan... Bazı şeylerden korkuyorum. İşte o anda korkmak için pek sebebim olmadığını anladım. Sigara,alkol,fazla kilolar... En fazla 50 yaşına kadar yaşarım. 50'den çıkar 29'u... 21 sene kalır. Şurda 5 doğumgünüm daha var, sonra ölüyorum.

SOYGUNCU:2)Küçükken hep düşünürdüm: Yarın kıyamet kopacak olsa ne yapardım acaba? Gidip açılamadığım kıza onu sevdiğimi söylerdim. Ya da gider sevmediğim birine kötü bir şey yapardım. Döverdim falan... Şimdi düşünüyorum. Ulan ne vasat adammışım ben. Kıyamet kopuyor ulan kıyamet, insan bu kadar küçük düşünür mü? Yarın ortada parçalarımız bile olmayacak. Git o kızı sik, adamın da anasını sik. Neden korkuyorsun be salak herif? Cehenneme gitmekten korkuyorsan git 1 günde namaz kılmayı öğren bari... Ah ulan ah! Küçüklüğümden beri küçük düşünmeye alıştım. Geldim 32 yaşına hala küçük düşünüyorum. Senelerdir orda burda çalışıyorum, para biriktirecez de, ortak bulacaz da , bankadan kredi alacaz da küçük bir yer açacaz... Yok arkadaş ben vazgeçtim, herkese hayatta başarılar diliyorum. Ben küçük bir yer falan açmıyorum, küçük bir silah alıyorum ve büyük bir yer soyuyorum.

SOYGUNCU:3)Hapse mi düşeriz? Düşelim amına koyim. En azından akşam ne yiycez diye düşünmeyiz! Bir de o geçen gittiğimde yüzüme bakmayan veznedar var ya... Onun var ya aklını alıcam aklını, yavvvvvvşakkkkk!

11.07.2012

NEDİM'İN YAZGISI


                                                             
''Alex... ara pasını verdi,Ziegler karşı karşıya!.. Ve gollll! Fenerbahçe Galatasaray karşısında TTnet arena'da 1-0 önde.''













O anda tribünlerde herkes donmuş gol sevinci yaşayan gol sevinci yaşayan Fenerbahçeli futbolculara bakıyordu. Nedim de bakıyordu. Ama o galatasaray gol yedi diye değil, her zaman öyle bakıyordu.
-Ahhh be abiii, nasıl kaçırdınız o adamı oraya!? Ulan yine attılar golü tek atakta. Abi nasıl yedik ya??
Maçtan önce tanıdıkları genç defansa kızıyordu. Nedim ise boş boş bakmaya devam ediyordu.
-Nasıl yedik be abii!? Zaten şansımız tutmuyo bu ipnelere... İşin yoksa gol at, di mi abi?
-Farketmez...
-Efendim ağbi?
(...)
Maçın 2.yarısı başlamış, Galatasaray saldırıyordu. Ve en sonunda topun başına Selçuk geçti. Duran toptan durumu 1-1'e getirdi.
-Golllllllllllllllllll !!!!!!!..... Gol be, aslanım benim ya selçuğa bak nası koydu. Nasıl koyduk abi, nedim ağbi nasıl koyduk?
-Farketmez...
-Ağbi nasıl farketmez. Şampiyon olucaz,şimdi ikinci gelir. İKİ GELİYOR İKİİİİİİİ YARLELELELE  KALKTI CİMBOMUN ZİKİİİ... YARELELELİİİİ
'' Bekir ileri vurdu... Bienvenu düşerken verdi pası, stoch önünde buldu. Vurdu ve gollll.... Şok bir golll... Fenerbahçe 2-1 önde!''
-Ananı sikim yedik ya... Offf, sikerim böyle işi ya adamlar 2 defa geldi 2 gol attılar. Yok ağbi ya yenemiyoz biz bu adamlar, tutmuyor şansımız!
-...
-Ağbi yine yedik ya?
-Farketmez...
-Ya nasıl farketmez ağbi, bağara bağara gitti maç!
Boş gözlerle sahaya bakmaya devam etti Nedim.
-Nedim ağbi sen beşiktaşlı mısın yoksa ya? Farketmez, farketmez deyip duruyorsun.
-Ben takım tutmam.
-E baştan sölesene be abi!

Nedim izlediği maçtan hiç bir şey anlamamış ve eve gitmek için metrobüsün yolunu tutmuştu. Maç bileti verdiği için 70 lira son parasıydı, ama onun için farketmezdi. Metrobüse giderken bir kadına ford çekmişti,çünkü hiç bir şey umrunda değildi. Nedim...

Nedim eve girdi, ve hiç bir şey demeden salona babasının karşısına oturdu ve televizyon izlemeye başladı. Koltukta uyuyan babası sesine uyandı.
-Nerdeydin?
-Maçta...
-Maçta mı? Sen maça da mı giderdin?; dedi Nedim'in Babası. Nedim böyle maçtı, sinemaydı... sosyal etkinliklere pek gitmezdi. Şaşırmıştı Babası...
-Hangi parayla gittin? Piyango mu çıktı?
-...
-Oğlum ben sana il bul çalış diyom bir de maç mı çıktı lan şimdi? Para mı veriyolar sana ne maçı? Noldu iş baktın mı?
-Evet.
-Noldu adılar mı?
-Hayır.
-Neden?
-Bilmiyorum benim için farketmez.
-Farketmez ha?
-Evet farketmez.
-Peki... kredi kartı borcunu 1 ay daha ödemezsek eve haciz gelcek sonra da hapse gircen. O farkeder mi?
-Farketmez.
-Ne farkeder lan bu hayatta? Hee!? Yıllardır farketmez, farketmez . Okulu bıraktın... Farketmez. Kız bulduk sana ... evlen çoluga çocuga karış diye, kıza da farketmez dedin. Ulan anan öldü cenazesine gitmedin ona da farketmez. Nerde öğrendin şu amına kodumun lafını, hay farketmez gibi ağzına sıçayım!

Nedim ertesi gün iş aramaya gitti. Fark ettiğinden değil babasının laflarında kurtulmak için... Aslında o da farketmezdi ama neyse. İlk gördüğü ilanı aradı ve görüşmeye gitti. Bir form doldurdu ve görüşmeye aldılar.
-Eveeeettt, Nedim bey... 32 yaşındasınız, lise terk, daha önceden hiç bir işte çalışmadınız. Doğru mu?
-Evet.
-İlginç cevaplar vermişsiniz. Hobiler, ilgi alanları bölümü boş bırakmıssınız. İsteğiniz ücret ve çalışmak istediğiniz pozisyon bölüme farketmez yazmışşınız. Doğru mu?
-Evet.
-Gerçekten farketmez mi?
-Evet, farketmez...
-Bu işi gerçekten istiyor musunuz?
-Farketmez...
-Hımmm, tamam Nedim beyyy. Biz sizi ararız.
-Farketmez...

Nedim ordan çıkıp eve giderken, babası düşünüyordu. Ne olmuştu bu çocuğa?
''Ne oldu lan bu çocuğa, başına bir iş mi geldi? Senelerdir böyle... Mal gibi oldu çıktı. İçine cin mi girdi acaba? Gözleri de bir acayip... Öyle bakıyor. Yahu ben oğlumu tanımaz mıyım hiç, bu çocuk böyle değildi. Hep o kitapları okumaya başladıktan sonra böyle oldu. Çok okumak gerizekalılık yapıyor derlerdi inanmazdım.''
Orhan Fark yazdı...

23.06.2012

neyse siktiredin...

    Dün eskiden çalıştığım markete gittim. Eskiden aynı bardaktan çay içtiğim arkadaşlarımla,abilerimle 2 çay daha içeyim diye. Sonra yolda giderken reyonda çalışan arkadaşı gördüm.nasıl gıdıyor fln dedim. kasap reyonunda çalışan abiyi söyledi. 2 hafta önce tuğalette beyin kanaması geçirmiş. Yerde bulmuşlar. Hastaneye kaldırmışlar, 1 hafta sonra vefat etmiş. O abi neden 50 yaşını görmeden beyin kanamasından gitti sorusunun cevabını sadece onun çalışma arkadaşlari bilir. Günde 10 saat çalıştığın bir yerde 5 dakikalık çay arasında konuşulanlar çok şey ifade eder.''senin okul ne alemde?'' demişti bana, onu hatırladım. ''iyi abi bitecek az kaldı'' demiştim. ''iyi kurtarırsın kendini'' demişti. Onun dışındaki 2 ay içinde hep yakınmalarını hatırlıyorum. ''biz üvey evlatız amına koyim'' dediğini hatırlıyorum. Bir şeyden dolayı yemek çekine daha az para yatıyordu.
   
     En kötüsü de ne biliyor musunuz? Bu sadece üstüne sigara yakılacak bir olay...  Daha ötesine geçemiyor nedense.Bizim üstüne saatlerce konuşacak başka mevzularımız var. Bizim başka gündemlerimiz var kafa yoracak. Mesela Suriye başbakanının açıklamlarında daha enteresan şeyler bulabiliyoruz. Daha çok ilgimizi çekiyor. Onlar üstüne düşünüp çözümlemeler yapabilir ve 2 kere 2 eşittir 4 formülleri bulabiliriz, bulamaya da biliriz.  Ama yukarıda anlattığım olay üzerine herkesin dediğinden farklı bir şey diyemiyoruz. ''allah rahmet eylesin, çok çekti vs.'' O zaman da işte ...

    

28.04.2012

''can ı help me? yes, of course.'' GODOMANDANTE 1 MAYIS'I SELAMLIYOR.HAYDİ RED SAFLARINA!

    Geçen yine elime kağıt kalem aldım, öyle karalıyorum. Gecenin bilmem kaçı olmuş. Öyle saçma sapan yazılar gördüm. Baktım kardeşimin ingilizce çalıştığı deftermiş.
     Kardeşim Kapalıçarşıda çalışıyor. Turistlere imitasyon çanta satan bir dükyanda çalışıyor.(ulan bu imitasyon da ne acayip kelime, kelimenin kendisi de çakma sanki!) Tabii turistlerle daha iyi iletişim kurmak için dil öğrenmesi için lazım, o zaman da maaşı artacak. Maaşı artınca da kale arkası fenerbahçe tribünü kombinesini seneye maraton bölümünden alacak. Öyle hayalleri var işte... Alex bırakmadan 1 sene onu daha yakından izlemek istiyormuş, geçen dedi bana. Çalıştığı ingilizceden de bir bok olacağı yok. Napsın gariban almış kapalıçarşıdan dandik bir pratik kitabı ondan çalışıyor. Aklından kalanları defterine geçiyor, hep eksik kalıyor aklında belli ... :) Baktım şöyle bir: ''can ı help you?'' yazacağına ''can ı help me?'' yazmış. Gidip müşterilerin karşısında '' kendime yardımcı olabilir miyim?'' diyecek. Güldüm, sonra acıdım haline. Sonra aklıma başka bir şey geldi. Sinirim bozuldu.
     En son çalıştığım yerde kendini komünist sanan bir züppe vardı. Orta sınıf ailelerin çocuklarını örgütleyen, ülkemizin orta yolcu komünist partisine üyeymiş. Ulan bu adamları seçerek mi alıyorsunuz pezevenkler? CV mi dolduruyorlar? Hepsi makinadan çıkmış gibi... 1 KM'den belli oluyorlar, 1 KM'den ne kadar yarrak herifler olduğu belli oluyor. Ulan bir tane de tipi bozuk adam olsun lan aranızda, bir tane çirkın kız olsun içlerinde. Ne biçim komünist parti lan bu? Şaka yapmıyorum. Neyse...

       Herif bana tanıştıktan sonra diyor ki: ''yahu sen geldin de muhabbet edecek adam buldum, burası cahil cühele dolu. Bizim gibi üniversite mezunu adamların ne işi var burda?'' Valla dedim, herkes para için çalışıyor burada. Yarrak kafası sen sikimden bir üniversitede okuyorsun diye paraya mı boğacaklar seni sanıyorsun. Bunun böyle olmadığını bir 'komünist' olarak bilmiyor musun? Başka bir gün de şöyle demişti: 'yahu biz en azından kpss'ye girer, memur falan oluruz. burda çalışan insanlara acıyorum, hepsi cahil. kendilerini kurtaramazlar', bunu dedikten sonra artık bir cevap vermem gerekiyordu: 'senin sosyalizm dediğin sistemde robotlar çalışmıyor ki, yine bu insanlar çalışıyor? sen nasıl bir şey hayal ediyorsun?'' Kaldi öyle. Evet, yarrak! Sen nasıl bir şey hayal edıyorsun. Sosyalizm nedir? Senin gibi sik kafalıların kurduğu bir ütopya mıdır? Hayır, sosyalizm senin o cahil dediğin insanların cennetidir. Benim hiç bir zaman ingilizce öğrenemeyecek kardeşimin cennetidir. Sizin gibi kolpa herifler içinse bir cehennemdir, sizin gibilerin kökünün kazındığı sistemin adıdır Sosyalizm. Evet, bu kadar ezilmeyeceğiz. Patronlardan ve sizin gibi kendini bir bok sanan herifler tarafından hor görülmeyeceğiz. Ama yine alınterimizle kazanacağız ekmeğimizi.Zengin ailemizin verdiği harçlıklarla aldığımız kitapları okuyarak kurmyacağız yani sosyalizmi, alınterimizle kuracağız. Onun için size göre değildir Komünistlik. Onun için hiç bir zaman o dandik partinizin önünden bile geçmiyor işçiler.
     Bunu hatırlayınca sinirim bozuldu işte, ulan dedim böyle yavşakların komünist olduğu ülkeden nolur? Bunlar benim kardeşimi de aşağılar. Neyse ki komünistler sadece ondan ibaret değil. Mesela bir abim vardı: ''Bizim sosyalistlerin işçi seviciliği işçileri tanımamasından ileri gelir'' demişti bir muhabbetimizde. Yukarda anlattığım yarrak da öyle işte... Ama ben diyorum. Ben size benzemeyeceğim. Sizin gibi komünist olacağıma, işçi sınıfının cahili olmayı tercih ediyorum. Onun gibilerle eylem yapmaktansa, kardeşimle fenerin maçına gitmeyi tercih ediyorum. Ve 1 Mayıs işçi bayramını selamlıyorum. Kardeşimi de selamlıyorum. Bizim kortejimize bekliyorum. Merak etme aramızda öyle yarrak adamlar yok.

GODOMANDANTE yazdı...

8.04.2012

''ulan ben böyle hayatın anasını avradını sikeyim!''

hepinizin dertleri var değil mi... çok acı çekiyorsunuz değil mi, hayatınız çok berbat. geçen yine öyle bir adamla tanıştım çalıştığım yerde. 60 yaşında, taşeron firmanın gönderdiği temizlikçi. 60 yaşında ama 80 yaşında gibi gözüküyor. çocugunun 30 mılyar kredi kartı borcu varmış, babası borcu ödemek ıcın kredi çekmiş. sonra 2 senedir ortada yok cocuk.adam dıyor kı: '' 2 sene önce emekli olup,köye geçecektim. şimdi başıma bu bela çıktı, mecbur çalışıyorum. çalışıyorum da noluyor aldıgım para asgarı ucret, nah öderim. 6 ay daha ödeyemezsek hapis yatacaz anasını satim. ama evlat işte kızamıyorsun ki... gelse ''baba affet'' dese yine sesimi çıkarmam.''

bir gün yine işten çıktık. ben metroya yürüyorum, abi de yanımda. dedim, ''abi sen nerden gidiyorsun?''.

-''ben tabanway, burdan eve yürüyorum''
-''nerde abi evin?''

her gün eve 2 saat yürüyormuş. para biriktirmek için... ben o halimle metroya gıtmeye üşeniyorum. ama ilginç olan adamın yine de yüzü gülüyor. biz hani kolpadan dertlerimize, kolpadan acı çekiyoruz ya... elimize biraları alıp, ''kederlenmek'' için boğazı gören yerlerde biralarımızı içiyoruz ya... hey yavrum hey! memleketin insanı acı çekmeyi ''zanaat''eylemiş. oysa onlar senin benin gibi dostoyevski falan okumuş adamlar da değiller. hani diyor ya adam (tam olarak hatırlamıyorum) dişimiz ağrırken çıkardığımız feryatlardan içten içe zevk alıyoruz. dostoyevskinin dediği o kolpacı adamlar biziz, sensin, benim... ama o abi öyle değil gerçekten acı çekiyor. başka çaresi olmadığı için, kaderi bu olduğu için, başka yolu olmadığı için öyle değilmiş gibi yapıyor.

ulan ne iş ya... o anlattığım abi anasını siktiğimin yerinde sigara arasında 2 dakika geç geldi diye, 22 yaşında siktiğimin müdür olmuş kızından azar yiyor. ''nerdesin sen!'' diyor amına kodumun kızı ''utanmıyor musun bu yaşta?'' diyor. ama hayatım boyunca unutmayacağım , o anda abi'nin o gülümseyişini, acı acı gülümseyişini , ''haklısınız nurcan hanım'' demesini hiç bir zaman unutmayacağım. abi orda içinden ne diyordu, o kadar iyi anladım ki o gülüşünden. ''ulan ben böyle hayatın anasını avradını sikeyim!''

GODOMANDANTE yazdı...

2.04.2012

Bu Öyküyü 'I will always love you' Eşliğinde Okuyun

-Aloouv! Ha, tamam. 15 dakikaya orada olurum ben de. Tamam, sen benim birayı da söyle anca gelir zaten.
Aynı şehirdeydik ama iki yıldır görüşmemiştik. Kendisi benim liseden arkadaşım olur. Zengin bir ailenin kızı olup, lise bitince İstanbul'un denize nazır bir özel üniversitesinde parayı basıp, hukuk okumaya gelmişti. Ben ise bir devlet üniversitesindeydim.
Lisede her gün görüşürken, aynı şehirde üniversiteye gelmiştik ama iki yıldır ilk kez görüşecektik. Galiba insanlar, çok görüşmek istediği insanlarla, çok görüşmek zorunda kaldığı insanları ancak tüm zorunluluklar ortadan kalktığında anlayabiliyor. Bu da benim için böyle bi fırsattı. Ve ben de her zaman ki gibi geç kalmıştım.
-Nerdesin bee!
-Ne bağırıyorsun la, geldik işte..
"Vay cano, nasılsın, ne yaptın, ne ettin, ne zaman oldu görüşmedik yav, vay vay vay..." muhabbetleri oldu. Sonra tabi, iki yıl boyunca görüşülmediğinden, paylaşacak pek bi şey kalmamışti ve muhabbet pırtladı. Bir o 'yav ne zamandır görüşmüyorduk ya' demeye bi ben 'he ya iyi oldu görüştük' demeye başladım. Bir o 'eee?' diyor bi ben 'eee, ne var ne yok' diyorum. Sonra aklıma, normalde hiç adetim olmayan o soruyu sordum. Nerden geldi aklıma, neden sordum bilmiyorum.
-Okul nasıl gidiyor?
-Valla çok kötü. İlk sene kaldım, bu sene de kalırsam beni kesin alırlar okuldan. Zaten ilk dönem de kötüydü kesin kurtaramayacam.
-E bu kadar sorunsa, çalış biraz, işin gücün ne..
-Ya olmuyo abi işte.
Biraz sessizlik oldu. Böyle durumlardaki sessizliklerden hep bi dram, bi romantizm, bi hamlet çıkar. Bu durumlarda adetim konuyu değiştirmektir ama yapmadım. Neden bilmiyorum. Önce sigarasından bi nefes çekti, sonra:
-Zaten baktım sınavlar kötü gidiyor, değiştirecem telefonu, evden de ayrılacam. Bulamaz zaten babamlar beni daha da.
-E ne iş yapacaksın la?
İsterseniz arkadaşın görüştüğümüz zamanki ekonomik durumundan bahsedeyim biraz. (İstemeseniz de bahsedecem gerçi.) Babasının Beşıktaş'ta onun için satın aldığı bir evde oturuyor, aylık 2000 lira ailesinden aldığı para ve bir o kadar da kredi kartı limiti var. Ve inanın ki o limit gerçekten hiç boş olmamıştir. Neyse.
-Garsonluk yaparım abi bi barda. Ne var. Zaten bi kaç garson çocukla takılmıştım ara ara.
-Hahahaha!
-Ne gülüyorsun be!
-Puhahahah, garsonluk yapacaksın öyle mi! Hahaha..
Tutamadım kendimi, bi anda patladı kahkalar, koyverdim. Aklıma geldikçe hala da gülerim.
-Evet ne var? Bir sürü kişi yapıyor. Ya gülme dedim ya.
-Tamam tamam. Bak bi sürü kişı yapıyor, yapılıp yapılmamasında değilim. Sadece bi soru soracam.
-Sor.
-Akbilin var mı?
-Yyoook?
-Neden?
-Otobüse mi binicem bi de ya. Sıkıştepiş, o ne öyle?
-Tamam daha da bişey demiyorum. Puhahaha..
Titanik filmini herkes izlemiştir. Bu film siktiriboktan bir aşk filmi olmasının yanında çok enteresan bir şey anlatır. Efsanevi, batmaz denilen bi geminin tarihsel, felaket sonunu değil, küçük şımarık bir burjuva kızının, alt sınıftan bir çocuğa aşık olma hikayesini anlatır. Kadının, klasik küçük burjuva heyecanıiçerisinde sınıfından kaçma girişimi, geminin buzdağına çarpmasıyla son bulur.
O gün arkadaşımla vedalaşıp ayrıldık. Sonra öğrendim ki, bahar ortasında babaannesi hastalanmış ve kadıncağazı İstanbul'da bi hastaneye yatırmışlar. Babaanneyle beraber, arkadaşımın annesi refakatçi olarak geliyor ve tabii ki biricik kızının evinde kalıyor. Anne, bi ara kızının okul durumunu öğrenmek için okula gidiyor. Ve bundan sonra kıyamet kopuyor. Arkadaşım okuldan ayrılıp babasının evine dönüyor ve üniversite sınavlarına tekrar hazırlanmaya başlıyor.
Titanik filmine geri dönelim ve filme farkli bir son hayal edelim. Yani gemi buzdağına çarpmasın ve zengin kızla fakir çocuk kaçıp evlensin. Bu durumda çok romantikşeyler olabilir gibi görünüyor. Ama gerçekçi olalım. Böyle bir sonda, kadınla fakir adamın evliliği tam bir felaket olur. Başarısızlığa mahkumdur. Evlilikte bir süre sonra türlü sıkıntılar baş göstermeye başlar; geçim sıkıntısı, kadının eski yaşam standardının tamamen yok olması... Arkasından kadının yapacağıdırdırı hayal etsenize bi. Aman allahım! Şimdi de benim arkadaşımın hikayesine dönelim ve farklı bir son tasarlayalım: babaanne hiç rahatsızlanmasın, anne gelmesin ve akbilsiz kız tüm şımarıklığıyla sınıfından kaçmaya çalışsın. Tam bir felaket!
Kısacası,Titanik filminde, sırf zengin kız, kendi felaketini yaşamasın diye kaza olmuş,gemi batmış ve fakir çocuk senaristçe katledilmiştir. Yani kızın felaketi, senaristin yordamıyla,
başka bir felaketle önlenmiştir. Tıpkı babaannenin aniden rahatsızlanması gibi.

HÜLAGÜ LEBLEBİ yazdı.



GODOMANDANTE'nin notu: Arkadaşlar uzun bir süredir yazamıyorum, çünkü çalışmaya başladım. Şimdilik Hülagü ile idare edin. İyi yazıyor kereta...

8.03.2012

ÇOK ŞANSLI BİR ADAM

Bir aralar bir meyhanede işe başlamıştım, para kazanmak, hayatını sürdürmek için insanlar çalışırlar. Aynı süreçte okulu idare ediyordum ve bir gazete çıkarılacaktı ben de onun çalışmalarına katılıp üzerime düşeni yapıyordum. Garsonluk işinden pek anladığımı söyleyemem. "Garsonlukta da ne var allasen?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim(bizler duyar gibi olmakla meşhuruzdur). Onun da kendine göre kuralları, ritüelleri, belli bir düzeni vardır. Kaşıklar nerede toplanır nereye konur, çatalların ki, bıçakların ki ayrıdır, bardakların belli bir silme biçimi vardır, bardak nasıl müşterinin önünde açılır, tepsi nasıl taşınır, müşteriye nasıl servis yapılır, önden hangisi verilir(için fesat!)? Mezesidir, bulaşığıdır, barıdır...hepsini bilmek zorundasın. Bir eleman eksik olduğunda onun yerini doldurabilmelisin. Ben başladıktan bir kaç gün sonra bulaşıkçı işi bıraktı. Komi zaten yoktu. Bunlara da ben koşturuyordum. Dolayısıyla yoruluyordum. Bir yandan okul, bir yandan gazete, bir yandan iş... Neyse efenim, kısa bir süre sonra bir bulaşıkçı alınmaya karar verildi. Ben de bayağı rahatlayacaktım. Çünkü içlerinde en zor geleni bulaşıktır. Aşırı bir teknik bilgi istemez. Açıkçası lokanta, meyhane vb gibi müesseselerde bulaşık meselesine çok önem verilmez. O tabaklar, kaşıklar öyle sandığınız kadar temiz değil! Ama daracık bir yerde ayaktasındır ve daima bulaşık gelir. Hiç bitmez. Kendine kendine ufak eğlenceler bulursun, köpükle oynamak, mezeciye laf atmak gibi, yoksa sıkıntıdan patlarsın, seni asıl yoran sıkıntı olduğunu farkedersin bir süre sonra. Gelen çocuk benden 7-8 yaş büyüktü. Karadenizli, göbekli, pembe yanaklı, az sakallı-yarı köse denebilir-, sürekli güleç bir tipi olan ama oldukça az konuşan biriydi. Aramız fena değildi, bir benimle sohbet ediyordu. İşini yapıyor, yoruluyor, oradaki en düşük yevmiyeyi alıyordu ve hiç şikayet etmemişti. Evlenmemiş, ailesiyle yaşıyordu. Yoksul bil aileden olduğunu anlamak için dahi olmaya da hiç gerek yoktu. Sürekli sırıttığından, komik bir şey olduğunda ağzını açar otuziki dişini göstere göstere göbeğini oynatırdı. Kahkaha attığını hiç görmedim.

Normalde bizim çalışırken bir şey yememiz yasaktır. Ancak o mutfakta ve biz de muhabbetteydik. Köfteleri, satır etleri araklar altta bir tabakta bana saklardı. Bende birer ikişer gidip gidip yutardım. Sonra gel zaman git zaman, artık gazete çıkmaya yakın, gazetede işler yoğunlaştı ve ben ayrılmak durumunda kaldım. Çünkü paradan daha mühim şeyler vardı.

Meyhane, gazete bürosuna yakın olduğundan ara ara uğruyordum. Bir aralar muhabbet ederken herkes bizim bulaşıkçıdan bahseder olmuştu."Çok şanslı adam, vesselam" deyip duruyordu herkes. "Nedir bu işin aslı?" diye beraber çalışmış olduğum garson arkadaşa sordum, "Çok yetenekli, acaip şanslı. Bütün sokağı zengin etti." Bütün sokak dediği de sokaktaki dıger bar ve meyhanelerin garsinları. "Bahis oyununda her hafta bir sürü maç biliyor ve biz de zengin olduk neredeyse, maç günleri burada kuyruk oluyor." Evet, öyle ki bütün sokak çalışanları haftalıklarından daha çok kazanır olmuşlardı. "Ben hesap açtım, her kazandığımı oraya atıyorum, tatile gideceğiz hatunla." Düşünün birikim bile yapıyorlardı. Ben de bir taraftan gazete işlerine koştururken diğer taraftan bizim bulaşıkçıya düzülen methiyeleri dinleyip şaşırıyordum. "Bizim bulaşıkçı mı, ikiyüz elli lira mı?", "Ya sorma çok iyi adam", "Peygamber gibi yahu", "Çok şanslı", "Evet evet, bu kadarı da pes."
Bir gün onunla denk geldik, ben peygamber görmüş edasındaydım, "Sen de köşeyi döndün ha" dedim. Otuz iki dişini açarak sırıttı. Çünkü bulaşıktan az kazanıyordu ve şimdi anlatamayacağım nedenlerden paraya ihtiyacı vardı. "Yok ya ben oynamıyorum." Aynı senin gibi okurcuğum, ben de şaşırdım. "Neden?" diye sordum. "Haram para bize olmaz be" dedi. Bir daha şaşırdım. Devamını getiremedim. Omzuna vurdum, o yine otuz iki dişiyle evliya misali sırıttı. Anlamaya çalışıyordum ama olmuyordu. Düpedüz enayilikti bu. Bir şey de diyemiyordum. Bir süre sonra gazete ekonomik olarak batmanın eşiğine gelmişti ve yayına ara vermek zorunda kaldık. Ben de o boşlukta sokakta gezereken, meyhanenin önüne geldim. Kapalıydı. Yan taraftaki meyhanenin garsonuna sordum "Ne iş?" diye, "Ha, ora mı? Yav garsonlar parayı vurup işten ayrıldı, gelen de parayı kapıp ayrıldı, mekan da işlemez olmuştu. Kaç gündür de açmıyorlar.", "Olan bizim bulaşıkçıya oldu" diye geçirdim içimden. "O ne yaptı?" diye sordum bu sefer "Ya o peygamber gibi adam" dedi, otuz iki dişimi açıp sırıttım. "Çok şanslı adam vesselam, çook" dedi.

(Tamamen kurmacadır.)

HÜLAGÜ LEBLEBİ

19.02.2012

'acımak' kötü bir Reşat Nuri Güntekin romanıdır.


Adalet nerede hesap sorarsa, merhamet orada haklarını kaybeder.




Georges Duhamel

-paramız yok ki be abla, dedi genç adam yanında bebeği ile dilenen kadının yanından geçerken. Sonra da yanında yürüyen arkadaşına bakarak ''yazık ya'' dedi.

-bence de yazık,ama çocuğa...

-kadına da yazık değil mi, diye sordu arkadaşına genç adam...

-yok kadına yazık değil,böylelerine merhamet etmek pek doğru değil.

-şaka mı yapıyorsun
?

-hayır,şaka falan yapmıyorum. Neden o kadına acıyayım ki?

-saçma sapan konuşma, kadın keyfinden mi dilenıyor burada?

-hayır,keyfinden dilenmiyor tabi para kazanmaya ihtiyacı var ama çok aşağılık bir yol bulmuşpara kazanmak için...

-illa gidip fabrika işçisi mi olması lazım ona merhamet etmen için yani?

-merhamet bize göre bir kelime değil bir defa,bizim lügatımızda merhamet yok... ben kimseye merhamet edecek kadar salak değilim.

-bana dayanışmadan bahseden sen değil miydin?

-o başka... güçlüler güçsüzlere merhamet eder. Bir de -yanlış anlamazsan- salaklar merhamet duyar. Sen o kadının gecenin bu saatinde 1 kuru ekmek için aksaray üst geçitinde dileneceğini mi sanıyorsun? Burada soğukta donacağına bir bakkaldan ekmek istese vermeyeceklerini sanmıyorum. Aslında o bakkal da senden sayılır ama sonuçta verir o ekmeği işte... Hadi vermediler Eyüp'de, Sultanahmet'de aş evleri fakirlere bedava yemek dağıtıyor.

-Saçmalıyorsun...

-Saçmalamıyorum... O kadın sende daha kurnaz,buna emin ol. Gel istersen kadına soralım cebinde kaç para var diye? İddiaya girdik deriz. Ben en az 50 lira var diyorum. 50 liradan az çıkarsa sana yemek ısmarlarım. Fazla çıkarsa kadının yüzüne tükürürsün, olur mu?

- ...

Üst geçitin basamaklarından indiler.

-Bak burası Aksaray... Burda her türlü pislik var. Bu pislikleri de bu halkı sömüren kapitalistler yapmıyor. Esrar da satılıyor,kadın da satılıyor, adam da öldürüyor yeri gelince... Bunların hepsini bu halkın içinden çıkmış insanlar yapıyor. Kimse senin merhametinden anlamaz, demeye getiriyorum
lafı.

Basamaklardan inince hemen karşılarında çıkan lokantada döner kesen çocuk 'buyur abim,hoşgeldin' dedi.

-...bak bu çocuk da burdan çıkınca rus bir fahişenin eline 50 dolar sayacak, o saymıyor olsa birileri sayıyor işte. Ne yapsın? İstanbul kızları vermez ona... Kime acıyacağız şimdi? Doğu'dan gelmiş fakir çocuğa mı, memleketinde mimar olması gerekirken buraya gelip orospuluk yapan rus kıza mı? Ben acımam arkadaş , yıkmasalardı sosyalizm'i burada onun bunun altına yatmazlardı, dedi hafiften sırıtarak...

-Senin kardeşin olsa da acımaz mıydın?, dedi genç olan. Sonra korktu kendine kızacağından arkadaşının.

-Benim kardeşim akıllıdır, orospuluk yapacaksa Aksaray'da yapmaz. Gider manken olur, dedi yine hafiften sırıtarak.

Boş boş baktı yüzüne arkadaşının genç adam...

-
O kadın orda haftada bir gün dilenerek daha çok para kazanacağını biliyor, neden fabrikaya girip haftanın 7 günü çalışsın ki?Yahu haberleri de mi izlemiyorsun, bu kadınların çoğunun servislerle buraya bırakıldığını görmedin mi hiç?

-Yani sen bu durumu normal buluyorsun?

-Bu toplumda, bu sistemde anca böyle olur. Anormal olan sistemin kendisi... Ayrıca şunu diyeyim benim demin bahsettiğim insanlara merhamet etmem demenin sebebi fabrika işçisi olmamaları ya da utanç verici işler yapmaları da değil. Ben fabrika işçilerine de merhamet falan etmem. Neden edeyim , ihtiyaçları olan merhamet mi onların?

-Çok katı bakıyorsun...

-Beni yanlış anlama... ben sadece salak olmayalım diyorum. Sıkıcı bir fransız romanıvardı. Orda senin gibi işçileri,ezilenleri melek sanan saf bir karakteri hatırlıyorum. Hatta çirkin işçi bir kadınla evlenmişti zengin olduğu halde... Arkadaşı ona diyordu ki: ''sen işçi sınıfını tanımazsın. İşçi sınıfı içinde bulunduğu durumdan 2 şekilde kurtulmaya çalışır. Birincisi zengin olarak,ikincisi Devrim yaparak... hangisini becerebilirse o...'' gerçekten devrimci bir şey yapacaksak bunları bilerek yapıcaz.beni yanlış anlama ,mücadele etmeyelim demiyorum. sen bu insanlarıgerçekten tanımadan onlara bir şey anlatamazsın, nasıl mücadele etmemiz gerektiğini kurgulayamazsın. Yani şunu diyorum ne sen isa'sın, ne de kendine havariler bulabilirsin bu devirde... Onun için insanlara acımak pek iyi bir şey değil ama sana acılı bir Adana ısmarlarım genç adam, burda iyi kebap yaparlar.
(genç adam hikayeleri)

3.02.2012

5 YILDIZ'LI HANZOLAR

Öğrenci adamız. Ne iş olsa yaparız... 

    Sağolsun 'sevdiğimiz bir kardeşimiz' kıyak bir iş ayarladı sevabına. Haftada 2 gün otellerde takılıyoruz. Çeşitli şirketlerin eğitim toplantıları oluyor.İş adamları geliyor. Ben de babamın takım elbisesini giyip gidiyorum, kodamanlar eğitim salonuna girerken çıkarken, hoşgeldiniz beşgittiniz efendim çekiyorum. Fena da iş değil... Elimize 2 kuruş geçiyor işte, bir de açık büfeden yemek yiyoruz.

    Bugün AKP sermayesine ait bir otele eğitim seminerine gittim. Öyleymiş... Otelin en alt katında cami,mescit falan var. Alkol yok, tv'lerde kanal 24 açık. Eğitim seminerine de Anadolunun çeşitli yerlerinden 'güzide' iş adamları,tüccarlar gelmiş. Kayseri olsun, Trabzon olsun,Sivas olsun... Hani şu Anadolu Kaplanları dedikleri daha çok tüccarlardan oluşan sermaye grubuna mensup tipler. Her hallerinden anlaşılıyor zaten.

   Ulan bir önceden gittiğim toplantılardaki adamlara bakıyorum, bir bunlara bakıyorum. Hani insanın gözünü sevdiğiminin cumhuriyet burjuvazisi diyesi geliyor. Adamlar tamam kapitalist ama olay Türk filmlerindeki gibi değil ki... Adamlar seni 'adam' yerine koyuyor.Boşuna dememişler 'burjuvazi büyüler' diye!  ''Hoşgeldiniz efendim,buyrun...'' diyorsun adamı yüzü gülüyor. Sonra okuyor musun diye soruyor, ne okuyorsun diyor,burs alıyor musun falan diyor. İstese seni sikine takmaz,yok sayar. Ama ego'su yok adamın harbi zengin yani...Sevdiğimizden böyle şeyleri değil ama bir de bugün gördüğüm öküzlerle karşılaştırdığında ... yuh diyorsun!

     Adama ''hoşgeldin'' diyorsun öküz gibi suratına bakıyor, salak saçma sorular soruyor.Birisi ''otel kaç yıldızlı?'' diye sordu. ''4 efendim.'' dedim, '' hep de 4 yıldızlı otellerde seminer oluyor, hiç 5 yıldızlı denk gelmedi yav..'' diyor. Yandan da bir başkası ''havuz yok,ondan bir yıldız eksik'' diyor. Ulan yarrağaam 5 yıldız olsa nolur,15 yıldız olsa nolur. Giriyon derse ,çıkıyon... Açıköğretim iktisat seviyesinde olmayan şeyleri bile anlamıyon,sonra çay içiyon kek yiyon ayı gibi her ders arasında,başka da bir bok yapmıyon. Yıldızına sokim yani... Öbürü de havuz diyor. Para vermiş ya havuz olsa kışın ortasında donunu getirip havuza girecek ayı!

    Sermaye el değiştiriyor diyorlar ya,harbiden de değiştiriyormuş. Bu adamlar bize eski devlete dayalı cumhuriyet burjuvazisini aratır ben size diyeyim hizmet sektörü çalışanları. Bunlardan burjuva da olmaz,anca 'kıroyum emme para ben de' olur. Ali Ağaoğlu falan olur...


 

1.02.2012

KAR DA YAĞSA GECE AYYAŞLARINDIR.

       Odasının camında kar tanelerine bakarken romantizm yerine garip bir cesaret duygusu hisseden genç, bakkaldan 10 liralık şarabı ve uzun samsun'u kaptığı gibi samatya sahiline doğru yola koyuldu. Mevlanakapı çıkışına yakın dar sokaklara serpiştirilmiş kahvehanelerin yanından geçerken sandalyeleri kaldıran kahvecinin ''manyak mı bu adam, gecenin saatinde elinde şişe nereye gidiyor?'' der gibi kendine baktığını farketti. kafasını çevirdi. ne acayip... Fatih'in istanbul'a girdiği yerden dışarı çıkıyordu. ''Fatih ; Mimar Sinan'a kim bilir yanından geçtiği bu camiyi ne hayallerle yaptırtmıştır?''diye düşündü sınırlı tarih bilgisiyle. Şimdi ise yanında izbelikler, yıkılmaya yüz tutmuş evler, semtin it kopuğunun çıkmadığı kahvehaneler, şarapçıların mesken tuttuğu kuytuluklar ve alakasız bir amatör küme sahası...  rezil bir mahalle! Neyse ,şimdi kapıdan geçti işte. Sahile doğru adımlarını hızlandırdı. Denizin tam karşısındaki Surların yanıbaşına geldiğinde Kar'ın ayyaşları bile kuytu köşelere kaçmak zorunda bıraktığını gördü.

      Bir bankın üstüne şişeyi koydu. Sigara peketini açtı, bir sigara ağzına  götürdü,ateşledi. Bir nefes çekti içine hızla, sonra cebindeki çakıyla şişe'nin tıpasını içeri itti. Bir yudum da ondan aldı. Sonra bir nefes daha çekti. Birden aklına şarap eksperi arkadaşı geldi. Şimdi burda olsa şarap bu havada içilir mi içilmez mi muhabbeti yapardı diye düşündü. ''ama yalnızım... vay anasını  adam sikerler burda kimsenin haberi olmaz.'' dedi içinden...

      Tam o sırada karşıdan çok yavaşça gelen bir ihtiyar gördü. O kadar yavaş yürüyordu ki uzaktan duruyor gibi gözüküyordu. Birden içi ürperdi. Adam yanına doğru yaklaştıkça '' acaba ne saçmalıyacak bu ayyaş, ve ben nasıl başımdan savuşturacagım '' sorusu tekrar tekrar beyninde dönmeye başladı. Ayyaş muhabbetini sevmezdi. Adam yanına geldi, çok acayip bir şey görmüş gibi suratına baktı. O da ona cevaben ''git yanımdan,defol'' der gibi gözünü adama iliştirmeden denize dimdik baktı. İhtiyar ayyaş '' napıyon delikanlı ?'' dedi heceleye heceleye. hiç bozmadan asabiyetini ''şarap içiyorum gördüğün gibi..'' dedi. Sonra ''gördüğün gibi'' kısmının yeterince sert olmadığından yakındı. İhtiyar ayyaş sesini yükselterek '' ne dedin?'' dedi.

-şarap içiyorum kör müsün!?
-hee.. bir sigaran var mı?
-var... al sana 2 sigara..
-sagol.
-tamam önemli değil.
-şarabı paylaşalım mı?ben hep burdayım.
-ya hadi ilerle dayı...bokunu çıkarma artık
- ...


İhtiyar ayyaş ilerledi.

ihtiyar ayyaş yavaş yavaş yürürken arkasından baka durdu. Ayyaş tam olarak gözden kaybolmadan bu ıssızlıkta ona rahat yoktu. Tam bunu düşünürken adam yavaşça ona doğru yüzünü döndü.

-10 lira borç verir misin? ben her gece burdayım deliğanlı..
-yok dayı yok!
-ne dedin??
-yok dedim dayı para mara!
-hee?
- ya dayi siktirgit artık,a.. na koycam artık haa...

En sonunda korktuğu başına gelmişti. Ayyaş onu zıvanadan çıkarmayı başarmıştı. ''sen bana nasıl küfredersin?'' diye sitem ederek gencin üstüne biraz daha hızlı adımlarla yürümeye başladı. '' sen bana nasıl küfredersin leayynn'' dedi. Şimdi acaba napsam diye düşünüyordu. Arkamı dönüp yürüsem mi? Nasıl olsa bana yetişemez... yoksa kimse görmez bu havada deyip çenesine bir tane yapıştırsam mı? En iyisi ne yapacagını beklemek ayyaşın... Bekledi, bekledi ve ayyaş yanına kadar geldi.

-sana yakışıyor mu delikanlı senden yaşça büyük bir insana küfür dolu hakaretler etmek?
-ya dayı hadi git bak şurda bütün keyfimi kaçırdın zaten.
-bak ben senelerdir her gece burdayım. burda beni herkes tanır. ben eskiden bu surların içinde kumar oynatırdım. çok param vardı,hepsini kumarda kaybettim.
-...
-karım beni boşadı, ayda 5 bın lıra nafaka ödüyorum. bu bana reva mı? diye saçmalamaya devam etti ihtiyar.

En sonunda dayanamayan genç arkasını döndü ve yürümeye başladı. Ayyaş arkadan bagırdı, ''şişeyi bıraksana,heyy şise...'' Genç adam sinirle arkasını döndü. Birden gerildi,ihtiyar şişeyi kafasına yiyeceğini sanıp eğilirken yere düştü. genç birden şişeyi denize fırlattı. Sonra arkasını dönerek evine doğru yöneldi.

- A...na kodumun semti!..

31.01.2012

''van basten? tanırım kendisini...''

 Hayatımda Ali Şen kadar iyi yalan söyleyen adam görmedim.  ''cruyff... tanırım kendisini. 99 yılında dünya karması maçı oldu , aradım , cruyff dedim bizim şu rıdvanı dünya karmasını al.''  Her zaman da bir tarafından gerçekliği vardır dediklerinin, mesela rıdvan hakkaten o yıl dünya karmasında oynuyor.Bir tarafı ile inandırıyor yani ne kadar ebesinin şeyi olsa da. Mesela Fener'in Manchester'i evinde yendiği maçı anlatıyor: '' ilk devre 0-0 bitti. girdim soyunma odası. futbolcular sanıyor ki helal olsun diyeceğim onlara. bağırdım ,çağırdım siz nasıl fenerbahçesiniz? bu kadar korkak oynanır mı,çıkın ikinci devre adam gibi oynayın. o gazla çıktılar yendiler.'' sonra maçtan önce manchester yöneticileri ile iddia'ya girmiş. Şampanyasına... Fener yenince gitmiş yöneticilerin odasına,bakmış kimse yok, masanın üstünde bir şampanya bir de bardak var. Şampanyasını yudumlayarak old trafford'un çimlerini izlemiş... Kesin purosunu da yakmıştır. Yalan söylerken tam türk filmlerindeki kemal sunal'ı kandıran dolandırıcılar gibi oluyor adam. Gerçi bu fotoğrafta daha çok Amerikan  filmlerindeki gansterlere benziyor.

'

30.01.2012

Zaping!

televizyonda kanalları değiştirirken,boş boş ekrana bakarken ne acayip dünyalara dalıyor insan,kimlerin dertlerine ortak oluyor. spor kanalını açıyorum. adamın biri ''kevın durrent'i lakers'dan kim tutacak bilmıyorum,gerçekten lakers büyük sıkıntı yaşayacak.'' diyor. sonra yandaki adam ''gerçekten durrent lakers için büyük bela olacak.'' dıyor başını sallayarak. allah allah dıyorum ,napcak ya bu lakers. sonra ilk dediğim adam ,diğer adama soruyor: ''lakers durrent'i durdurmak için ne yapmalı?'' adam başını sallıyor ,ofluyor. ''gerçekten zor soru!'' lakers napmalı ya? napmalı?ebenin ... yapmalı. sanki bütün sorunlar bitti durrent lakers'ın agzına nasıl sıcacak tek derdimiz bu oldu. işte bunların hepsi aslında kafamda anlık bir zaman içerisinde gerçekleşiyor.'televizyon beyinleri uyuşturuyor.'  gerçi olmayan beyni nasıl uyuşturcak o da ayrı bir mesele. burdan çıkaracağımız ders şudur:kevın durrent'i lakers'dan kimse tutamaz.

Kazancakis'in ''Çağrı'sı''



''kazancakis'in o romanını bilirsin: ''günaha son çağrı''. O kitabın son bölümünde bu duyguyu ne güzel anlatır kazancakis. Mücadeleyi bırakmamanın o büyük sevincini ne güzel anlatır. İşte o sevinci duyuyorsun. Devrim, öyle bir sarıyor ki insanı, seni bir yerde insanlıktan çıkarıp, insanüstü bir yaratık durumuna getiriyor.'' demiş Deniz Gezmiş anılarında...
  
       ''Günaha Son Çağrı'' kitabının sinemaya uyarlamasını izledim.Filmi izledikten sonra insanın kafasında yekpare bir şey canlanmıyor. Ben kendime göre şöyle çıkarımlar yaptım. Anlatayım...
  • İsa dediğin adam korkağın,kendine güvenmeyen adamın biri...Yanındaki havarilerinden başka kendine pek inanan bir kitle de yok, yanındakı en delikanlı adam hristiyanlık dininde hain olarak tasvir edilen yahuda... İsa mesih olmak istemiyor, daha doğrusu mesih olmak için gereken şartları kendinde bulamıyor. Çarmıha gerilmek istemiyor, evlenmek ve çoluğa çocuğa karışmak istiyor, sevişmek istiyor, para kazanmak istiyor vs. Neyse bana göre önemli olan kısma gelelim. İsa en sonunda bir şekilde Roma'lılar tarafından çarmıha geriliyor. ''Bana beni neden yalnız bıraktın ?'' diye haykırıyor Tanrı'ya ve karşısına küçük bir kız görünümünde bir melek geliyor. ''Acıların bitti'' diyor Melek ve İsa çarmıhtan kurtuluyor, normal bir insan olarak yaşamına devam ediyor. Meryemle sevişiyor,hayatını yaşıyor... Daha sonra Meryem ölüyor. İsa yine Tanrı'ya isyan ediyor. Neden Meryem'i aldın diyor elimden Tanrı'ya... Melek yanına gelip ''Tanrı sana bir değil bir çok Meryem verdi'' diyor, ''onların suretleri farklı ama hepsi Meryem''... Sonra İsa gerçekten başka bir Meryem ile evlenip çoluğa çocuğa karışıyor...
  • Daha sonra İsa bir gün çocukları ile dolaşırken meydan'da bir şeyler anlatan bir adam görüyor. Adamın anlattıklarını dinleyince kızıyor. Adam İsa'nın kendisini anlatıyor. ''İsa çarmıha gerildi ve 3 gün işkence gördü. Sonra serbest kaldı ve göğe yükseldi. Havariler onu gördü,İsa dirildi ve aramızda...'' İsa adama kızıyor. ''sen yalancısın..'' diyor, gerçekten de adam yalan söylüyor. İsa çarmıh'ta işkence görmeye dayanamamıştı ve Tanrı'dan yardım dilemişti. Adam İsa'ya ''bizim inandığımız İsa senden daha yücedir. Bu insanları hakikatı anlatsan da artık inanmazlar,çünkü onlar aç ve mesih'e ihtiyaçları var.'' minvalinde konuşuyor. İsa çocuklarına sarılıyor. ''Ben mutluyum.'' diyor, ''beni sakın bırakmayın...'' Aradın yıllar geçiyor, Romalılar Kudüs'e saldırıyor. Her yeri yakıp yıkıyorlar. İsa ise evine kapanmış ölmek üzeredir. Hayatının ailesinin yanında mücadele etmeden geçirmiştir. İsa'nın evine havariler gelir. ''Kudüs'ün yanacağını söylemiştin.'' derler. En son olarak içeri Yahuda girer. Yaşlanmıştır ve elleri kanlıdır. İsa'ya ''HAİN!'' der...  Bize ihanet ettin,çarmıhta dayanamadın,kaçtın!... İsa ''anlamıyorsun Yahuda'' der ve kendini kurtaran küçük kız görümündeki o meleği gösterir. Her şey sevgi ile olacak diye bir şey zırvalar. Yahuda küçük kızı gösterir . Bu mu melek? Küçük kız birden ateş olur. İsa'nın melek sandığı aslında şeytanın ta kendisidir. Tam Tanrı'dan umudunu kestiği anda aslında Şeytan'a sarılmıştır İsa. Mücadele etmekten kaçmak içinde olduğu için Şeytan'ı , Melek sanmıştır. Sonra İsa o hengamede, her yer yangın yeri... dışarı fırlar ve Tanrı'ya kendini affetmesini söyler. ''Mesih olmak istiyorum!'' der ve İsa gözlerini açtığında kendini Çarmıh'ta bulur... Her şey geri sarmıştır, yani İsa'nın Tanrı'ya isyan etmesinden ve küçük kız görünümünde Şeytan'ın gelmesinden hemen öncesine... Ve film böyle biter. İsa'nın yüzünde bir gülümseme vardır,memnundur. Deniz Gezmiş'in alıntıda bahsettiği yer de tam burası... Deniz Gezmiş'in alıntısını da görünce aklıma acayip şeyler geldi işte.
  •  Kazancakis'in romanı yazdığı yıllar 1960'lı yıllar. Malum ''İsa'' gibi çok adam dolaşıyor ortalıkta... İdealları uğruna canını vermeye,işkence görmeye hazır Sosyalizm'e inanmış bir sürü insan... Kazancakis'im romanını yazdıktan sonra şunu demiş: ''Bu kitabı yazmamın nedeni mücadele eden insana ulu bir örnek vermek isteyişimdir. Bu kitap mücadele eden insanin bir itirafıdır.'' Evet,aynen öyle... Kazancakis şunu diyor: Kahramanları kahraman yapan aslındaki içlerindeki o çelişkiler, o gelgitlerdir. Kendileri ile olan mücadeleleridir. Kazancakis mücadele derken İsa'nın gördüğü fiziki işkencelerden değil mesihliğin kendine ne kadar ağır geldiğinden bahsediyor. ''Kahraman insan'' kendi vicdanı ile her dakika savaş halinde olan, yine de insani dürtülerine yenilmeyen insandir diyor Kazancakis. Diğer türlüsüne kahraman değil robot denir. Deniz Gezmiş de tam olarak bundan bahsediyor. Dedikleri sadece kendini feda etmeye bir övgü olarak algılanmamalı,daha çok oraya giden yol kutsanıyor. Hangi devrimci ya da hangi inanmış insan hayatı boyunca aynı motivasyonla yürür? Hiç mi yorulmaz? Hiç mi vazgeçmeyi düşünmez? Evet bunların hepsini yaşar, onu yücelten de onlara rağmen mücadelesini sürdürmesidir.
  •  Diğer yandan meydanda İsa'nın 'çile'sini anlatan adamsa hristiyanlık dininin doğası gereği nasıl bir dogma'ya dönüştüğünü göstermekle birlikte aslında insanların kahramanlara ne kadar ihtiyaçları olduğunu ve onları nasıl mitleştirdiğini anlatıyor. İnsanlar neden başlarında böyle liderler isterler ki? Herhalde kendilerinde o basireti görmediklerinden olsa gerek...
  • ''... kitabı okuyan herkes İsa'yı daha çok sevecektir.'' diyor Kazancakis. Ben de yazının başındaki o sözünü okuduktan sonra Deniz Gezmiş'i daha çok sevdim. Benim gözümde duygularını tamamen bir kenara atmış bir Devrimci olamaz. Deniz Gezmiş'in de ne kadar devrimciyse, o kadar insan olduğunu bir kez daha anladım o sözünde. Ne kadar acayip değil mi?... Bunu yazan Deniz Gezmiş , İsa gibi çarmıha gerilmiyor ama darağacını boyluyor.