28.04.2012

''can ı help me? yes, of course.'' GODOMANDANTE 1 MAYIS'I SELAMLIYOR.HAYDİ RED SAFLARINA!

    Geçen yine elime kağıt kalem aldım, öyle karalıyorum. Gecenin bilmem kaçı olmuş. Öyle saçma sapan yazılar gördüm. Baktım kardeşimin ingilizce çalıştığı deftermiş.
     Kardeşim Kapalıçarşıda çalışıyor. Turistlere imitasyon çanta satan bir dükyanda çalışıyor.(ulan bu imitasyon da ne acayip kelime, kelimenin kendisi de çakma sanki!) Tabii turistlerle daha iyi iletişim kurmak için dil öğrenmesi için lazım, o zaman da maaşı artacak. Maaşı artınca da kale arkası fenerbahçe tribünü kombinesini seneye maraton bölümünden alacak. Öyle hayalleri var işte... Alex bırakmadan 1 sene onu daha yakından izlemek istiyormuş, geçen dedi bana. Çalıştığı ingilizceden de bir bok olacağı yok. Napsın gariban almış kapalıçarşıdan dandik bir pratik kitabı ondan çalışıyor. Aklından kalanları defterine geçiyor, hep eksik kalıyor aklında belli ... :) Baktım şöyle bir: ''can ı help you?'' yazacağına ''can ı help me?'' yazmış. Gidip müşterilerin karşısında '' kendime yardımcı olabilir miyim?'' diyecek. Güldüm, sonra acıdım haline. Sonra aklıma başka bir şey geldi. Sinirim bozuldu.
     En son çalıştığım yerde kendini komünist sanan bir züppe vardı. Orta sınıf ailelerin çocuklarını örgütleyen, ülkemizin orta yolcu komünist partisine üyeymiş. Ulan bu adamları seçerek mi alıyorsunuz pezevenkler? CV mi dolduruyorlar? Hepsi makinadan çıkmış gibi... 1 KM'den belli oluyorlar, 1 KM'den ne kadar yarrak herifler olduğu belli oluyor. Ulan bir tane de tipi bozuk adam olsun lan aranızda, bir tane çirkın kız olsun içlerinde. Ne biçim komünist parti lan bu? Şaka yapmıyorum. Neyse...

       Herif bana tanıştıktan sonra diyor ki: ''yahu sen geldin de muhabbet edecek adam buldum, burası cahil cühele dolu. Bizim gibi üniversite mezunu adamların ne işi var burda?'' Valla dedim, herkes para için çalışıyor burada. Yarrak kafası sen sikimden bir üniversitede okuyorsun diye paraya mı boğacaklar seni sanıyorsun. Bunun böyle olmadığını bir 'komünist' olarak bilmiyor musun? Başka bir gün de şöyle demişti: 'yahu biz en azından kpss'ye girer, memur falan oluruz. burda çalışan insanlara acıyorum, hepsi cahil. kendilerini kurtaramazlar', bunu dedikten sonra artık bir cevap vermem gerekiyordu: 'senin sosyalizm dediğin sistemde robotlar çalışmıyor ki, yine bu insanlar çalışıyor? sen nasıl bir şey hayal ediyorsun?'' Kaldi öyle. Evet, yarrak! Sen nasıl bir şey hayal edıyorsun. Sosyalizm nedir? Senin gibi sik kafalıların kurduğu bir ütopya mıdır? Hayır, sosyalizm senin o cahil dediğin insanların cennetidir. Benim hiç bir zaman ingilizce öğrenemeyecek kardeşimin cennetidir. Sizin gibi kolpa herifler içinse bir cehennemdir, sizin gibilerin kökünün kazındığı sistemin adıdır Sosyalizm. Evet, bu kadar ezilmeyeceğiz. Patronlardan ve sizin gibi kendini bir bok sanan herifler tarafından hor görülmeyeceğiz. Ama yine alınterimizle kazanacağız ekmeğimizi.Zengin ailemizin verdiği harçlıklarla aldığımız kitapları okuyarak kurmyacağız yani sosyalizmi, alınterimizle kuracağız. Onun için size göre değildir Komünistlik. Onun için hiç bir zaman o dandik partinizin önünden bile geçmiyor işçiler.
     Bunu hatırlayınca sinirim bozuldu işte, ulan dedim böyle yavşakların komünist olduğu ülkeden nolur? Bunlar benim kardeşimi de aşağılar. Neyse ki komünistler sadece ondan ibaret değil. Mesela bir abim vardı: ''Bizim sosyalistlerin işçi seviciliği işçileri tanımamasından ileri gelir'' demişti bir muhabbetimizde. Yukarda anlattığım yarrak da öyle işte... Ama ben diyorum. Ben size benzemeyeceğim. Sizin gibi komünist olacağıma, işçi sınıfının cahili olmayı tercih ediyorum. Onun gibilerle eylem yapmaktansa, kardeşimle fenerin maçına gitmeyi tercih ediyorum. Ve 1 Mayıs işçi bayramını selamlıyorum. Kardeşimi de selamlıyorum. Bizim kortejimize bekliyorum. Merak etme aramızda öyle yarrak adamlar yok.

GODOMANDANTE yazdı...

8.04.2012

''ulan ben böyle hayatın anasını avradını sikeyim!''

hepinizin dertleri var değil mi... çok acı çekiyorsunuz değil mi, hayatınız çok berbat. geçen yine öyle bir adamla tanıştım çalıştığım yerde. 60 yaşında, taşeron firmanın gönderdiği temizlikçi. 60 yaşında ama 80 yaşında gibi gözüküyor. çocugunun 30 mılyar kredi kartı borcu varmış, babası borcu ödemek ıcın kredi çekmiş. sonra 2 senedir ortada yok cocuk.adam dıyor kı: '' 2 sene önce emekli olup,köye geçecektim. şimdi başıma bu bela çıktı, mecbur çalışıyorum. çalışıyorum da noluyor aldıgım para asgarı ucret, nah öderim. 6 ay daha ödeyemezsek hapis yatacaz anasını satim. ama evlat işte kızamıyorsun ki... gelse ''baba affet'' dese yine sesimi çıkarmam.''

bir gün yine işten çıktık. ben metroya yürüyorum, abi de yanımda. dedim, ''abi sen nerden gidiyorsun?''.

-''ben tabanway, burdan eve yürüyorum''
-''nerde abi evin?''

her gün eve 2 saat yürüyormuş. para biriktirmek için... ben o halimle metroya gıtmeye üşeniyorum. ama ilginç olan adamın yine de yüzü gülüyor. biz hani kolpadan dertlerimize, kolpadan acı çekiyoruz ya... elimize biraları alıp, ''kederlenmek'' için boğazı gören yerlerde biralarımızı içiyoruz ya... hey yavrum hey! memleketin insanı acı çekmeyi ''zanaat''eylemiş. oysa onlar senin benin gibi dostoyevski falan okumuş adamlar da değiller. hani diyor ya adam (tam olarak hatırlamıyorum) dişimiz ağrırken çıkardığımız feryatlardan içten içe zevk alıyoruz. dostoyevskinin dediği o kolpacı adamlar biziz, sensin, benim... ama o abi öyle değil gerçekten acı çekiyor. başka çaresi olmadığı için, kaderi bu olduğu için, başka yolu olmadığı için öyle değilmiş gibi yapıyor.

ulan ne iş ya... o anlattığım abi anasını siktiğimin yerinde sigara arasında 2 dakika geç geldi diye, 22 yaşında siktiğimin müdür olmuş kızından azar yiyor. ''nerdesin sen!'' diyor amına kodumun kızı ''utanmıyor musun bu yaşta?'' diyor. ama hayatım boyunca unutmayacağım , o anda abi'nin o gülümseyişini, acı acı gülümseyişini , ''haklısınız nurcan hanım'' demesini hiç bir zaman unutmayacağım. abi orda içinden ne diyordu, o kadar iyi anladım ki o gülüşünden. ''ulan ben böyle hayatın anasını avradını sikeyim!''

GODOMANDANTE yazdı...

2.04.2012

Bu Öyküyü 'I will always love you' Eşliğinde Okuyun

-Aloouv! Ha, tamam. 15 dakikaya orada olurum ben de. Tamam, sen benim birayı da söyle anca gelir zaten.
Aynı şehirdeydik ama iki yıldır görüşmemiştik. Kendisi benim liseden arkadaşım olur. Zengin bir ailenin kızı olup, lise bitince İstanbul'un denize nazır bir özel üniversitesinde parayı basıp, hukuk okumaya gelmişti. Ben ise bir devlet üniversitesindeydim.
Lisede her gün görüşürken, aynı şehirde üniversiteye gelmiştik ama iki yıldır ilk kez görüşecektik. Galiba insanlar, çok görüşmek istediği insanlarla, çok görüşmek zorunda kaldığı insanları ancak tüm zorunluluklar ortadan kalktığında anlayabiliyor. Bu da benim için böyle bi fırsattı. Ve ben de her zaman ki gibi geç kalmıştım.
-Nerdesin bee!
-Ne bağırıyorsun la, geldik işte..
"Vay cano, nasılsın, ne yaptın, ne ettin, ne zaman oldu görüşmedik yav, vay vay vay..." muhabbetleri oldu. Sonra tabi, iki yıl boyunca görüşülmediğinden, paylaşacak pek bi şey kalmamışti ve muhabbet pırtladı. Bir o 'yav ne zamandır görüşmüyorduk ya' demeye bi ben 'he ya iyi oldu görüştük' demeye başladım. Bir o 'eee?' diyor bi ben 'eee, ne var ne yok' diyorum. Sonra aklıma, normalde hiç adetim olmayan o soruyu sordum. Nerden geldi aklıma, neden sordum bilmiyorum.
-Okul nasıl gidiyor?
-Valla çok kötü. İlk sene kaldım, bu sene de kalırsam beni kesin alırlar okuldan. Zaten ilk dönem de kötüydü kesin kurtaramayacam.
-E bu kadar sorunsa, çalış biraz, işin gücün ne..
-Ya olmuyo abi işte.
Biraz sessizlik oldu. Böyle durumlardaki sessizliklerden hep bi dram, bi romantizm, bi hamlet çıkar. Bu durumlarda adetim konuyu değiştirmektir ama yapmadım. Neden bilmiyorum. Önce sigarasından bi nefes çekti, sonra:
-Zaten baktım sınavlar kötü gidiyor, değiştirecem telefonu, evden de ayrılacam. Bulamaz zaten babamlar beni daha da.
-E ne iş yapacaksın la?
İsterseniz arkadaşın görüştüğümüz zamanki ekonomik durumundan bahsedeyim biraz. (İstemeseniz de bahsedecem gerçi.) Babasının Beşıktaş'ta onun için satın aldığı bir evde oturuyor, aylık 2000 lira ailesinden aldığı para ve bir o kadar da kredi kartı limiti var. Ve inanın ki o limit gerçekten hiç boş olmamıştir. Neyse.
-Garsonluk yaparım abi bi barda. Ne var. Zaten bi kaç garson çocukla takılmıştım ara ara.
-Hahahaha!
-Ne gülüyorsun be!
-Puhahahah, garsonluk yapacaksın öyle mi! Hahaha..
Tutamadım kendimi, bi anda patladı kahkalar, koyverdim. Aklıma geldikçe hala da gülerim.
-Evet ne var? Bir sürü kişi yapıyor. Ya gülme dedim ya.
-Tamam tamam. Bak bi sürü kişı yapıyor, yapılıp yapılmamasında değilim. Sadece bi soru soracam.
-Sor.
-Akbilin var mı?
-Yyoook?
-Neden?
-Otobüse mi binicem bi de ya. Sıkıştepiş, o ne öyle?
-Tamam daha da bişey demiyorum. Puhahaha..
Titanik filmini herkes izlemiştir. Bu film siktiriboktan bir aşk filmi olmasının yanında çok enteresan bir şey anlatır. Efsanevi, batmaz denilen bi geminin tarihsel, felaket sonunu değil, küçük şımarık bir burjuva kızının, alt sınıftan bir çocuğa aşık olma hikayesini anlatır. Kadının, klasik küçük burjuva heyecanıiçerisinde sınıfından kaçma girişimi, geminin buzdağına çarpmasıyla son bulur.
O gün arkadaşımla vedalaşıp ayrıldık. Sonra öğrendim ki, bahar ortasında babaannesi hastalanmış ve kadıncağazı İstanbul'da bi hastaneye yatırmışlar. Babaanneyle beraber, arkadaşımın annesi refakatçi olarak geliyor ve tabii ki biricik kızının evinde kalıyor. Anne, bi ara kızının okul durumunu öğrenmek için okula gidiyor. Ve bundan sonra kıyamet kopuyor. Arkadaşım okuldan ayrılıp babasının evine dönüyor ve üniversite sınavlarına tekrar hazırlanmaya başlıyor.
Titanik filmine geri dönelim ve filme farkli bir son hayal edelim. Yani gemi buzdağına çarpmasın ve zengin kızla fakir çocuk kaçıp evlensin. Bu durumda çok romantikşeyler olabilir gibi görünüyor. Ama gerçekçi olalım. Böyle bir sonda, kadınla fakir adamın evliliği tam bir felaket olur. Başarısızlığa mahkumdur. Evlilikte bir süre sonra türlü sıkıntılar baş göstermeye başlar; geçim sıkıntısı, kadının eski yaşam standardının tamamen yok olması... Arkasından kadının yapacağıdırdırı hayal etsenize bi. Aman allahım! Şimdi de benim arkadaşımın hikayesine dönelim ve farklı bir son tasarlayalım: babaanne hiç rahatsızlanmasın, anne gelmesin ve akbilsiz kız tüm şımarıklığıyla sınıfından kaçmaya çalışsın. Tam bir felaket!
Kısacası,Titanik filminde, sırf zengin kız, kendi felaketini yaşamasın diye kaza olmuş,gemi batmış ve fakir çocuk senaristçe katledilmiştir. Yani kızın felaketi, senaristin yordamıyla,
başka bir felaketle önlenmiştir. Tıpkı babaannenin aniden rahatsızlanması gibi.

HÜLAGÜ LEBLEBİ yazdı.



GODOMANDANTE'nin notu: Arkadaşlar uzun bir süredir yazamıyorum, çünkü çalışmaya başladım. Şimdilik Hülagü ile idare edin. İyi yazıyor kereta...