2.04.2012

Bu Öyküyü 'I will always love you' Eşliğinde Okuyun

-Aloouv! Ha, tamam. 15 dakikaya orada olurum ben de. Tamam, sen benim birayı da söyle anca gelir zaten.
Aynı şehirdeydik ama iki yıldır görüşmemiştik. Kendisi benim liseden arkadaşım olur. Zengin bir ailenin kızı olup, lise bitince İstanbul'un denize nazır bir özel üniversitesinde parayı basıp, hukuk okumaya gelmişti. Ben ise bir devlet üniversitesindeydim.
Lisede her gün görüşürken, aynı şehirde üniversiteye gelmiştik ama iki yıldır ilk kez görüşecektik. Galiba insanlar, çok görüşmek istediği insanlarla, çok görüşmek zorunda kaldığı insanları ancak tüm zorunluluklar ortadan kalktığında anlayabiliyor. Bu da benim için böyle bi fırsattı. Ve ben de her zaman ki gibi geç kalmıştım.
-Nerdesin bee!
-Ne bağırıyorsun la, geldik işte..
"Vay cano, nasılsın, ne yaptın, ne ettin, ne zaman oldu görüşmedik yav, vay vay vay..." muhabbetleri oldu. Sonra tabi, iki yıl boyunca görüşülmediğinden, paylaşacak pek bi şey kalmamışti ve muhabbet pırtladı. Bir o 'yav ne zamandır görüşmüyorduk ya' demeye bi ben 'he ya iyi oldu görüştük' demeye başladım. Bir o 'eee?' diyor bi ben 'eee, ne var ne yok' diyorum. Sonra aklıma, normalde hiç adetim olmayan o soruyu sordum. Nerden geldi aklıma, neden sordum bilmiyorum.
-Okul nasıl gidiyor?
-Valla çok kötü. İlk sene kaldım, bu sene de kalırsam beni kesin alırlar okuldan. Zaten ilk dönem de kötüydü kesin kurtaramayacam.
-E bu kadar sorunsa, çalış biraz, işin gücün ne..
-Ya olmuyo abi işte.
Biraz sessizlik oldu. Böyle durumlardaki sessizliklerden hep bi dram, bi romantizm, bi hamlet çıkar. Bu durumlarda adetim konuyu değiştirmektir ama yapmadım. Neden bilmiyorum. Önce sigarasından bi nefes çekti, sonra:
-Zaten baktım sınavlar kötü gidiyor, değiştirecem telefonu, evden de ayrılacam. Bulamaz zaten babamlar beni daha da.
-E ne iş yapacaksın la?
İsterseniz arkadaşın görüştüğümüz zamanki ekonomik durumundan bahsedeyim biraz. (İstemeseniz de bahsedecem gerçi.) Babasının Beşıktaş'ta onun için satın aldığı bir evde oturuyor, aylık 2000 lira ailesinden aldığı para ve bir o kadar da kredi kartı limiti var. Ve inanın ki o limit gerçekten hiç boş olmamıştir. Neyse.
-Garsonluk yaparım abi bi barda. Ne var. Zaten bi kaç garson çocukla takılmıştım ara ara.
-Hahahaha!
-Ne gülüyorsun be!
-Puhahahah, garsonluk yapacaksın öyle mi! Hahaha..
Tutamadım kendimi, bi anda patladı kahkalar, koyverdim. Aklıma geldikçe hala da gülerim.
-Evet ne var? Bir sürü kişi yapıyor. Ya gülme dedim ya.
-Tamam tamam. Bak bi sürü kişı yapıyor, yapılıp yapılmamasında değilim. Sadece bi soru soracam.
-Sor.
-Akbilin var mı?
-Yyoook?
-Neden?
-Otobüse mi binicem bi de ya. Sıkıştepiş, o ne öyle?
-Tamam daha da bişey demiyorum. Puhahaha..
Titanik filmini herkes izlemiştir. Bu film siktiriboktan bir aşk filmi olmasının yanında çok enteresan bir şey anlatır. Efsanevi, batmaz denilen bi geminin tarihsel, felaket sonunu değil, küçük şımarık bir burjuva kızının, alt sınıftan bir çocuğa aşık olma hikayesini anlatır. Kadının, klasik küçük burjuva heyecanıiçerisinde sınıfından kaçma girişimi, geminin buzdağına çarpmasıyla son bulur.
O gün arkadaşımla vedalaşıp ayrıldık. Sonra öğrendim ki, bahar ortasında babaannesi hastalanmış ve kadıncağazı İstanbul'da bi hastaneye yatırmışlar. Babaanneyle beraber, arkadaşımın annesi refakatçi olarak geliyor ve tabii ki biricik kızının evinde kalıyor. Anne, bi ara kızının okul durumunu öğrenmek için okula gidiyor. Ve bundan sonra kıyamet kopuyor. Arkadaşım okuldan ayrılıp babasının evine dönüyor ve üniversite sınavlarına tekrar hazırlanmaya başlıyor.
Titanik filmine geri dönelim ve filme farkli bir son hayal edelim. Yani gemi buzdağına çarpmasın ve zengin kızla fakir çocuk kaçıp evlensin. Bu durumda çok romantikşeyler olabilir gibi görünüyor. Ama gerçekçi olalım. Böyle bir sonda, kadınla fakir adamın evliliği tam bir felaket olur. Başarısızlığa mahkumdur. Evlilikte bir süre sonra türlü sıkıntılar baş göstermeye başlar; geçim sıkıntısı, kadının eski yaşam standardının tamamen yok olması... Arkasından kadının yapacağıdırdırı hayal etsenize bi. Aman allahım! Şimdi de benim arkadaşımın hikayesine dönelim ve farklı bir son tasarlayalım: babaanne hiç rahatsızlanmasın, anne gelmesin ve akbilsiz kız tüm şımarıklığıyla sınıfından kaçmaya çalışsın. Tam bir felaket!
Kısacası,Titanik filminde, sırf zengin kız, kendi felaketini yaşamasın diye kaza olmuş,gemi batmış ve fakir çocuk senaristçe katledilmiştir. Yani kızın felaketi, senaristin yordamıyla,
başka bir felaketle önlenmiştir. Tıpkı babaannenin aniden rahatsızlanması gibi.

HÜLAGÜ LEBLEBİ yazdı.



GODOMANDANTE'nin notu: Arkadaşlar uzun bir süredir yazamıyorum, çünkü çalışmaya başladım. Şimdilik Hülagü ile idare edin. İyi yazıyor kereta...

1 yorum: